24 Eylül 2023 Pazar

Alelade bir salı günü

 Alelade bir salı günüydü. Bana denilenleri, her gün yaptığım sırayla yapıyordum. Liste kafama kazınmıştı. Bu listeyle doğmuşum gibi hissediyordum. Dünyanın başka bir yerinde başka türlü hayatlar yaşandığı aklımın ucundan bile geçmiyordu. Uyan, çayın suyunu koy, yumurtaları haşla, domateslerin kabuklarını soy ve doğra, zeytinyağı gezdir, kekik serp, ekmekleri kızart,  patates haşla, kahvaltı edilirken arka odada sessizce yeni yıkanmış çarşafları ve gömlekleri ütüle, çorapları katla, arada gidip bir bardak daha çay ister misiniz, diye sor, sofrayı topla, ekmeğin içine iki dilim peynir sıkıştırıp aceleyle çiğne, kahve pişir, toz al, tekrar kahve pişir, fasulye ayıkla, soğan doğra, önlüğünü çıkarıp ayakkabılarını giy, sokağa çık, manava git, taze bakla mı çıkmış, evde dereotu mu bitmiş, kasaba git, kıymayı iki kere çektir, postaneye git, mektupları ver, dik yokuşu elindeki poşetlerle tırman, pirinç ısla, çarşafları değiştir, kapıya bak, beş çayı demlenmedi mi hala, demle, fırından böreği çıkar, kabakları oy, kıymayı kavur, sofrayı kur, afiyet olsun biraz daha alır mısınız diye sor, buz bitmiş mi dolapta, boş bardakları topla, tavaları ovala, tencereleri güzelce yıkayıp kurula, kahve pişir, elma soy, mutfağın ışını kapat, iyi geceler de, benden başka bir arzunuz var mı, Allah rahatlık versin size de, geceliğini giy, saçlarını ör, kafanı yastığa koyduğun gibi uyu. 

Hanımımın o gün başı tutmuştu. Bazı günler tutardı. O günler sabahlığını çıkarmadan akşama kadar yatardı. Odasının kapısı sıkıca kapalı, balkonunun bahçeye bakan kapısı hafif aralık ve tüm kalın perdelerini tek bir ışığı bile içeriye almamacasına sıkı sıkı çekmiş olurdu. Çocuklar okuldan dönene kadar evde çıt çıkmazdı. Parmak uçlarımın üzerinde ezbere bildiğim her şeyi yapar, ocakta koku yayabilecek tek bir şey pişirmezdim. Evin bütün camlarını arkalarına kadar açıp evi baştan sona havalandırırdım. O gün vakit öğleni geçmişti. Evde hanımımın annesiyle benden başka kimse kalmamıştı. Bir şey ister misiniz, demiştim kapısının aralığından içeriye. Yok, yok, demişti incecik bir sesle. Kapat şu odanın da kapısını, biraz uyumak istiyorum. Yatak odasının kapısını çekerken, ben çarşıya gidiyorum o zaman, alışverişi halledeyim, demiştim. Karanlık ve sessiz odanın içinde yalnızca hafifçe nefes alıp verişi duyuluyordu. Sessizlik, evet, demek oluyordu. Salonda haftalık magazin dergilerinden birini okuyan Büyük Hanım, aktardan melisa çayı alıver, geçen defa biraz hafifletmişti ağrısını, çubuk tarçını da unutma ayva tatlısına koyacağım, diye tembihledi. 


Yokuşu hızlıca inerken havanın o gün pırıl pırıl olduğunu, sokağın denize bağlandığı kıyıda bebek arabalı kadınları, bisiklete binen çocukları, banklarda oturan ince hırkalarının önünü aralamış ihtiyarları gördüğümü ve sırtımın hafifçe terlediğini, bu yüzden de kabanımın düğmelerini açtığımı hatırlıyorum. Erken gelen bahar sokaklara dolmuştu. Renkler daha parlaktı. Deniz kokusuna ağaçlarda açan çiçeklerin kokusu karışmıştı. Bazen insan yaşamanın ılık sevincine dalıverir ya. Öyle olmuştu. Bu anlık ve anlamsız neşe aklımı karıştırdığından alacaklarıma göz atmak için evden çıkmadan önce hazırladığım listeyi cebimden çıkarıp bakmaya ihtiyaç duymuştum. 


Kasabın kapısından girerken nasıl olduysa hanidir silinmemiş ve içeride yanan tüplü katalitiğin sıcağından buğulanmış cam kapıya küt diye alnımı çarptım. Öyle böyle çarpmak da değil. Tüm camlar olduğu yerde dalgalanınca kapıya takılı zil tuhaf bir ritimle şıngırdadı. Şıng, şıgır, şııınt. Kasap, tezgahın arkasında doğradığı eti bırakıp, yanıma geldi. Elleri kanlı, üzerinde beyaz önlük, ayağında yeni alınmış boyalı rugan ayakkabılar. Rugan ayakkabılarının parlaklığı gözümü aldı. Ne oldu öyle yahu, dedi, iyi misin. Dalgınlık, dedim, fark edemedim kapıyı. Bunun ne kadar imkansız olduğunu kanıtlamak ister gibi dönüp kapıya baktı. Kapı yani. İki metre boyunda, üzerinde kocaman harflerle açık yazan tabela asılı. Neyse, dedi, geç şöyle, otur da soluklan. Derisi yıpranmış metal ayaklı sandalyeye oturdum. Su ister misin, dedi. Ellerimi üzerinde dolaştırırken alnımın ortasında zonklayan yerde bir yumrunun filizlendiğini hissedebiliyordum. Olur, dedim. Tezgahın üzerinden bana küçük paket sulardan birini uzattı. Yalnızca devamlı ve sevdiği müşterilerine böyle ikramlarda bulunan cimri herifin tekiydi. Açmadan önce soğuk paketi alnıma dayadım. O sırada işte, kapıya takılı zil tekrar şıngırdadı. Biri içeriye girdi. Hiç öyle insanın hayalini kuracağı, dergilerdeki davetlerde poz veren beylere ya da o vakitler eve her giriş çıkışını gizlice izlediğim yan komşunun oğluna benzeyen bir yakışıklılığı yoktu. O oğlanın da bana bir kez olsun dönüp baktığı yoktu. Dönüp baktıysa da benim görme ihtimalim yoktu. Gençlikte bir oğlan bakar, ben de o bana bakarken ona bakarsam ve de biri de bunu görürse, laf olurdu. Neyse, içeriye giren uzun boylu, hafif göbekli, saçları dökülmeye başlamış bir adamdı. Sokakta yanımdan geçse kafamı bile kaldırıp bakmazdım. Bana yarım kilo kıyma çeker misin, dedi, biraz da ilikli kemik lazım, çorbalık. O sırada sıcaklayıp boynundaki hardal rengi kaşkolu çıkarıp kolunun altına sıkıştırdı. Hanım senden önce geldi, dedi kasap, elindeki bıçağın sivri ucuyla beni işaret ederek, biraz bekle ya da başka işin varsa halledip öyle gel. Kasap öyle deyince, adam bıçağın işaret ettiği yere dönüp, gözünün ucuyla bana baktı. Orada olduğumu da o zaman idrak etti. Ha, dedi, pardon ben sizi fark edemedim, ben yarım saat sonra gelirim o zaman. Atkısını tekrar omzuna attı. Çıkıp gitti. 


Bazı insanların kendilerinden geride bıraktıkları boşlukta tuhaf bir çekicilik olduğunu hayatımda ilk kez o gün fark ettim. O boşluk, insanda o boşluğu tekrar tekrar doldurup boşaltma isteği yaratıyordu. Havada asılı kalan traş losyonu kokusu, atkının savrulmasıyla uçuşan küçük tozlar, kapanan kapıdan içeriye gelen taze havanın serinliği, içeride başlayan sessizlik, giderek uzaklaşan adımlarının kaldırımda bıraktığı tok ses. Evet, ne istiyorsun, dedi Necmi Abi bana dönüp. Ciğer istiyorum, bir kilo, iyice temizle ama, geçen defa sinirleri kalmıştı, sert oldu. Çırak bırakmıştır, dedi, adı batasıca, kovdum gitti zaten geçen hafta. İçinden söylenmeye devam ediyor olacak ki kafasını sallayıp tezgahın arkasından jelatine sarılmış bir parça aldı ve ince uçlu bıçağın etin üzerindeki gidip gelme hareketi dışında dükkanda hiçbir hareket kalmadı. Adam geri gelmedi. Ellerimde poşetlerle eve yürürken, kafamda buz dolu bezi alnıma yaslamış mutfakta otururken, melisa çayını demlerken, akşam yemeği saati hanımın başı kokusundan daha kötü olmasın diye mutfağın her tarafını kapatıp ciğerleri pişirirken, yemekten sonra ertesi günki gündüz oturması için yaprak sarması sararken, gece herkesin uyuduğu evde yatağımda uyanık yatarken, adamın arkasından kapanan kapının çıkardığı mekanik ses ve kapı koluna takılı zilin çıkardığı şıngırtı aklımdan çıkmıyordu.