28 Mart 2016 Pazartesi

Topuk

Bir anlığına o da beni sevse, diyorum içimden. Benim onu sevdiğim kadar içi titreyerek, bir anlığına.

Söylediklerimi duyunca kendi çaresizliğimden utanıyorum. Çaresizlikten utanılıyor. Her şeye gücü
yetecek sanan insan, bir insanın kendini sevmediğini anlayınca ne yapacağını bilemiyor. Ve çaresizlik de yoksulluk gibi, ne yapsan saklanmıyor. O büyük çaresizliği anlat bana şimdi biraz, diyor karşımdaki koltukta sırtı dimdik oturan kadın. Eliyle bir yandan gözlüğünü düzeltiyor. Burnunda gözlük izi var. Belli ki sözlerimin sesi var, içimden değiller. Sesim kendime yabancı. Söylediklerim zaten sokakta görsem tanıyamayacağım cinsten. Oysa birisi beni içten sevince, bende mucizeler oluyordu, diyorum. Mucize deyince kıpırdanıyor kadın yerinde. Bacak bacak üzerine attığı ayağını değiştiriyor. Mucize derken ne demek istiyorsun, biraz açalım, diyor.

 Açamıyorum. Kendi röntgenimi çekemiyor, derin kesiklerime dikiş atamıyor ve bademciklerim şişmişken tavuk suyu çorba pişiremiyorum. Her şeyi neden kendi başıma yapmam gerektiğine de anlam veremiyorum. Yoruluyorum. O an gerçekten birden yoruluyorum. O an odanın içinde ileri geri yürüdüğümü ve bunun da beni iyice yorduğunu fark ediyorum. Gidip kadının karşısına oturuyorum. Ayağımda topuklu ayakkabılar var. Kadın olduğumu cümle aleme ispat eder gibi topuk sesleriyle dolaşıyorum günlerdir koridorlarda. Tarak kemiğimin üzerini ayakkabının kenarı kesmiş.

Kadın gözünü kırpmadan yüzüme bakıyor. Oysa beni bir anlığına bile sevmiyor, diyorum. Kadın başını çevirip bana fark ettirmediğini sanarak saate bakıyor. Saat hep aynı yuvarlak. İçindeki yelkovan kadının ona baktığını görünce dört nala koşmaya başlıyor. Sağ ayağımdaki ayakkabının topuğu gürültüyle yere düşüyor.