9 Eylül 2011 Cuma

Kitapçıda-kız

Çok satanların olduğu raftan rastgele bir kitap aldı. Arka kapağını çevirdi. Kapaktaki adamın fotoğrafına baktı. Şu her yazarın çektirdiği; elleri kucağında duran, dalgın bakışlı, siyah beyaz pozlardan biriydi. Ne yazdığını okumadı. Hayattaki her şeyi herkesten çok biliyormuş gibi bakan bu gözlüklü adamın ne dediğiyle ilgilenmiyordu. Kapağı plastik gibi durduğundan çok sevdiği yeni basılmış kitap kokusunu almak için burnuna götürüp koklamadı. Ön kapaktaki rengarenk resmin üzerinde dolaştırdı parmaklarını. Tekrar arkasını çevirdi. Sanki adamı bir yerlerden tanıyor ama çıkaramıyormuş gibi uzun uzun baktı bu defa. Adama son bir şans verir gibi sayfalarını çevirdi hızlıca. Son sayfaya gelince açtı. En son satırını okudu. Hayattaki her şeye yaptığı gibi aceleyle yaşayıp bitirdi onu da. Bir dikişte bitirdiği bir kadeh içkiyi masaya koyar gibi kitabı rafa geri koydu. Sonunu bildiği bir kitap onun için ne ifade edebilirdi ki?


Merdivenleri çıkarken bir yandan geçen gün G. nin önerdiği kitabın adını düşünüyordum. Defterime yazmış olmalıyım, diye düşünerek çantamın fermuarına elimi uzattığım an Onu gördüm. Hiç şüphesiz Oydu. Duruşundan tanıdım. Omuzlarının hayal yüklü ağırlığı tanıdık geldi. Nefesinin ritmi benimkine hemen uyum sağladı, evet benim, dedi. Geçen senelerin biriktirdiği her şey, güzel başından yayılan sıcaklıkla eridi, tanelere ayrılıp, havaya karıştı. Elindeki kitabın kapağında dolaşan parmak uçlarından tuhaf bir sessizlik yayıldı etrafa. Kokusu, içerideki yeni basılmış kitap kokusunu bastırdı. Ağırlığını yorulan bacağından öbürüne verdiği an birden dünyanın ekseni kaydı.

Ensenin beyazlığından tanıdım seni, sırtının kıtaların bir ucundan öbürüne uzanan kıvrımından. Baktım sana. Uzağında durup, yüzünün buğusuna adımı yazdım. Gözlerinin harelerinde bir kaç bildik liman aradım. Sığınacak kuytular bakışlarının yabancılığında. Saçlarını okşadım içimden. Kafanı göğsüme yasladım. Dudaklarının kıvrımlarında dolaştı pişmanlıklarım. Koşup sarılırken hayal ettim önce kendimi sana. Bir kitapçıda çarpışarak tanışmışız mesela biz zaten. Bugün aslında başka bir hayatta seninle ilk kez karşılaştığımız günmüş. Taptazeymiş kaplerimiz.Yağmurluymuş İstanbul. Sokaklar ıslak, insanlar her zamankinden daha telaşlıymış. Sen bana ilk görüşte aşık olmuşsun. Kahve içmişiz gidip Galata' da. Akşam olunca yemek yemişiz. Zaman ufalanmış bir bisküvi gibi duruyormuş ceplerimizde. Umursamamışız. 


Aradığınız özel bir şey var mı, diye sordu kasadaki adam birden bana dönüp. Yardımcı olabilir miyim?. Zaman, kambur bir ihtiyar gibi doğruldu yerinden. Dünya şöyle bir silkindi. O elindeki kitabı rafa geri koymuş, yan reyondaki küçük defterleri karıştırmaya başlamıştı. Kitaplar arkalarını dönüp kıs kıs güldüler. Sesleri  perde perde yükseldi. Aşk romanlarının olduğu raflar kahkahalar atmaya başladı. Onlar güldükçe, hatırladım. Hafızamın mutlu olmak için çok derinlere gömüp, hiç yaşanmamışlar gibi beni kandırdığı ne varsa hatırladım. Açtığın tüm yaralar kabuklarının altında ince ince sızladı. Hatırladıkça içimde binlerce Yunanlı sirtaki yapmaya başladı. Dayanılacak gibi değildi. Ellerimle kapattım kulaklarımı. Koşarak indim merdivenlerden. Arka sokaklardan birine girdiğimde ağlamıyordum, hayır, sadece yağmur yağıyordu.