16 Ekim 2014 Perşembe

SON



Bütün filmler mutlu bitmek istiyor.

Karanlık salonlarda körleşip, ışıklar açıldığında gözleri kamaşan herkes eve mutlu sonlara olan inancını kaybetmeden dönmek. Yer gösterici filmi yirmiüçüncüye izlerken, hiç olmazsa bu kez kızın adama döndüğünü düşünmek. Başroldeki kız bile. Filmin bu kopyasında, birden senaryoya isyan edip sokaklardan koşarak geçmek, adamın dikildiği o merdiven başına soluk soluğa çıkmak, sigarasının son nefesini çeken adama tüm gücüyle sarılmak istiyor. 
Ne yazık, bir kez daha neşeli ihtimaller yüzlerini yere eğiyor. Adam, orada, hala bekliyor. SON yazısı çıktıktan sonra oturuyor merdivenin en üst basamağına, ceketinden cep matarasını çıkarıyor. Sessiz sedasız içiyor. Güneş battıktan, salondaki  koltukların altlarına atılmış boş su şişeleri, sakız kağıtları, gazoz tenekeleri ve koltukların aralarına sıkışan patlamış mısır taneleri temizlendikten, salondan çıkan son seyirci bile eve gidip koltuğuna oturduktan sonra, yerinden kalkıyor. Midesi bulanıyor. Karnı aç. İçinde pişmanlığa benzer bir his, sıkıştığı çarktan kendini kurtarmaya çalışıyor; çıkamadıkça her yeri kan revan içinde bırakıyor. Derin bir nefes alıyor. Pişmanlıklarını serbest bırakamaz adam. Bırakırsa yaşayamaz. 
Yürüyor. Filmin gece gösterimine yetişmeye çalışan bir çiftle çarpışıyorlar yolda. Adamı tanır gibi bakıyorlar yüzüne ama çıkaramıyorlar. Az sonra filme girdiklerinde başroldeki oyuncunun kayıp olduğunu görüp ne kadar şaşıracaklarını düşünüp, gülüyor adam. Sesli gülüyor sonra. Yanından geçen küçük bir çocuk, annesinin omzundan kafasını kaldırıp ona bakıyor. Çocuğun gözleri kızarmış, uykulu. Annesinin yüzü ise filmde kavuşamadığı kadına ne çok benziyor. Üzülüyor adam. Bari bu kez en azından bana doğru yola çıksaydı, diyor. Yolun tam ortasında mesela, birden vazgeçer gibi olsa, yavaşlasa, bir banka oturup biraz düşünmeye karar verse, adam uzun bacaklarıyla iki dakikada varırdı yanına. Bekleyen insanın hisleri bilenirdi zamanla. Karşıdan atılan her adımı içinde duyardı. Oysa adam hiç duymadı ve duymuyor. Bir kez olsun kavuşamadığı kadınının kokusunu duyuyor  burnunun ucunda yalnızca. Rol icabı bunlar, diyor. Kendini inandıramıyor. Konu kadın değil çünkü kendi de biliyor. Adam yalnızca kötü sonlardan hoşlanmıyor. Bekleyişlerin dönüştüğü hayal kırıklarının bir balon gibi içinden havalandığını hissediyor. Elleri uyuşuyor birden. Nereye gittiğini bilmediğini fark ediyor. Kendini hiç bilmediği bir ara sokakta buluyor. O an yoruluyor. İçinden havalanan balonun göğsünü delip çıktığını, pişmanlığın sıkıştığı çarkları yerinden söküp, dışarıya taştığını görüyor. Yığılıp kalıyor.

Film başlıyor.

İzleyiciler karanlık bir ekrana bakıyorlar uzun süre. Bir kısmı hemen, bir kısmı biraz daha zaman geçtikten sonra söylenmeye başlıyor. Neler olduğunu anlayamıyorlar. Sesler iyice yükseldiğinde başroldeki kadın görünüyor ekranda. Bir köprüden ayaklarını sarkıtmış seyircilere bakıyor. Siz diyor, mutlu bitmeyen bir filmde oynamanın ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz. Biliyorlar. Bir kısmı hemen, evet, diyor, bir kısmı sevgilisinin elinden tutup salonu hızla terk ediyor. Havaya karışan huzursuz şeylerin ciğerlerine yapışmasına müsaade etmiyorlar. İyi ediyorlar. Kadın uzun uzun anlatıyor. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Sesi iyice çatallaşıyor bir süre sonra. Film hiç başlamıyor. SON yazısı hiç görünmüyor. Çıkışta seyircilere bilet paraları iade ediliyor. Sinemanın yönetim kurulu o gece acilen toplanıp filmi bir daha oynatmama kararı alıyor. Başroldeki kadın kariyerine komediyle devam ediyor. Adamı bir daha hiç gören olmuyor. Ailesi bir süre İstiklalin bütün duvarlarını kayıp aranıyor ilanlarıyla donatıyor. Birileri gelip ilanların üzerine konser afişi yapıştırıyor, bazı ilanlar rüzgardan uçup gidiyor. Bugün o filmi kimse hatırlamıyor. Seyirciler bugün bile ne kadar düşünseler o gün neler yaşandığını anımsayamıyorlar.

Bütün filmler mutlu bitmek istiyor.
En mutsuz hikayeler en çok mutlu olmak isteyenlerin başına geliyor.