21 Şubat 2012 Salı

Kumsal

Haftalar sonra aniden ortaya çıkan güneşte kanatlarını ısıtan martılarla aynı şehirde yaşıyordu. Martılar denizin üzerinde bembeyaz bir bulut gibiydiler. Çığlık çığlığa. Adam, pürüzsüz tenine saplanmış bir ok gibiydi sahilin. Kumlara bata çıka yürüyordu. Dünyayı biraz yana eğip baksak, oktan süzülen bir damla kan gibi aktığını görürdük ayak izlerinin. Sessizdi. Yüzünde, içinde kaybolduğu düşlerin tortusu birikmişti. Şakaklarında ve sakallarında en çok. Sakallarının en gür olduğu yerde çocukluktan kalma bir yara izi vardı. Yürürken eli sürekli oraya gidiyordu. Okşar gibi saf kalmış yanlarını, yara izinin çevresine dokunup duruyordu.


Güneş en tepeye gelince, ellerini ceplerinden çıkardı. Hem artık üşümediği için hem de düşüp dizlerini paramparça etmemek için. Bu korku aniden gelip yerleşmişti içine. Gözünün önünde kendi düşen gölgesi vardı. Kumlara batan dizleri ve dizlerine batan deniz kabukları, gözünün önünden gitmiyordu. Her korku gibi bu da ansızın gelmiş ve bulduğu kuytu bir köşesine bedenin, sımsıkı sarılmıştı. İskelenin ayaklarına tutunmuş midyeler gibi içindeki kötü şeylerle besleniyorlardı. Biliyordu ki içten içe onu zehirliyorlardı.


Dönüp denize baktı. Saatlerce burada, böylece durabileceğini düşündü. Yine ayaklarının ağırlaşmaya başladığını hissediyordu. Bazen olurdu. Bazen, işi, mesela bir çınar ağacının altında durup gün boyunca düşen yaprak sayısını not almak olsa, sonsuza kadar yapabilirmiş gibi hissederdi. Ya da yolun kenarında oturup geçen sarı saçlı kızları saymak, mor berelileri ya da şemsiyesini o gün evde unutanları. Yapabilirdi. Bu sonsuza dek yapma hissi ona iyi gelirdi. İnsanlar büyür, yaşlanır ve ölürken, o hayatın kıyısına kök saldığı yerden bakmaya devam edebilirdi. Şimdi de deniz aniden buharlaşıp altın rengi bulutlara karışsa, o hiç istifini bozmaz, gülümseyerek izlerdi.


İzlemedi. Etrafındaki ılık çember ansızın bozuldu. Bir şey geldi aklına. Yüzüne baksanız, siz de yıllardır unuttuğu bir şeyi birden hatırlamış o ifadeyi görürdünüz. Elinin sakalına uzanışından anlardınız. Ceplerini yokladı. Arka cebinde sararmış bir mektup buldu. Açtı. Yarısına kadar okudu. Katlayıp gömlek cebine koydu. Karlı iklimlerde ısıtan cep sobası gibi tüm ceplerinde gezdiriyordu mektubu. Koyduğu yerden yanıyordu. Zaman günlerle ölçülürse, neşeydi, anılardı. Yıllar, mektupları sarartmaktan başka bir işe yaramazdı. Adam diz çöktü kumsalda. Nedenini hatırlayamadan, ağladı.