7 Mart 2013 Perşembe

Belki mutlu olmak mümkün.

Belki mutlu olmak mümkün .
Belki şu an, belki  burada değil. 

Uykusunda çok güzel bir rüya gören ya da uykusunu almış gerine gerine yataktan kalkan biri var şu an bir yerde. Alarmı defalarca erteleyerek, hafta sonuna kaç gün kaldığını hesaplayarak kendini yataktan kazıyan biri değil, kafasını yastıklara gömerek yataktan çıkmamak için mazeretler uyduran biri hiç değil. Bir kerede yataktan kalkıp, camı açıp, gökyüzüne bakan birileri var. Bunlar; hava yağmurlu diye sinirlenmeyen, karın yağdığını görünce, çamurunu düşünmeden içindeki çocuğu sevindiren insanlar. Bahar sabahlarında yürüdükleri sokaklarda, hangi çiçeğin hangi meyveye dönüşeceğini bilenler. Duruşu dünyaya meydan okur gibi olmayan ama yıkık dökük de durmayan, dünyayı olduğu gibi kabullenmiş bir rahatlık var üzerilerinde. Bir yağmurluk ya da şapka gibi lazım olunca giydikleri mevsimlik bir hal değil bu. Hayatın onları hep koruyup kollayacağına sonsuz bir inançları var. Hiç çıkarmadıkları tek kıyafet bu üstlerinden. Geriye kalan her şey değişebilir, yitirilebilir ve bitebilir onlar için. Onlar yeni aldıkları ayakkabıları çok çabuk yıprandı diye, gömleklerinin yakaları epridi diye, giye giye en sevdikleri kazak eskidi diye üzülmeyenler. Her acıyı ve mutsuzluğu çabucak katlayıp, ceplerine koyabilirler. Kendilerini kötü hislerden koruyup kollamaya öyle meyilliler. Hiç kötü günleri olmadığından değil; kötü hissetmeye övgüler düzmediklerinden, her şeyi az hasarla atlatan birileri bunlar. Yaşadım, bitti der, yürüyüp giderler.

Şu an bir yerlerde içten gülen birileri var. Kahkahalarının ardına söyleyemediklerini saklamayan birileri. En sevdiği arkadaşıyla deniz kıyısı bir bankta oturmuş sıcak simit yerken, martıları izleyen. Ya da Karaköy' de bir sokak arasında, kırık dökük yüksek duvarlara bakıp, çene çalarken işten birileriyle, birdenbire duvarda kendi hayatının bir projeksiyon aletinden yansıyan karelerini gören. Gören ama incinmeyen biri. Her karede yaptığı ve yapmadığı şeyler için saçlarında bembeyaz pişmanlıklar büyütmeyen biri. Gördükleri karşısında bacak bacak üstüne atıp, bir bira daha sipariş edebilecek biri.

Kendi röntgenine bakan biri var şimdi gri bir hastane koridorunda. Hiçbir şey anlamadan göğsünün karanlık bir fotoğrafına bakan biri. Elinde defalarca çevirip, orada tanıdık bir şey arayan biri. Bu kadar yabancı duran ciğerler nasıl benim içimde olabilir, diye şaşıran biri. İnsanın içinin nasıl da kopkoyu olduğunu ilk kez fark eden biri bu. Dilinin ucuna gelmiş ama söylenmemiş kelimelerin, pas tutmuş hırsların, sessizce eriyip gitti sandığı öfkelerin, ağlayamadığı üzüntülerin, nefretin ve acımanın içinde nasıl da biriktiğini ilk defa gören biri. Akciğerlerinin tam ortasında bunların nasıl da dipsiz bir kuyu açtığını görünce inanamayan biri. Hemen ardından, doktorun içindeki bu kadar kötü hissi  görünce ne diyeceğinden tedirgin olan biri. Koridordaki bankta oturup, elindeki röntgene baktıkça ilk kez aynaya bakan biri gibi kendisiyle ilk kez göz göze gelen biri var şu an.

Ayakkabılarını çıkarıp buz gibi  kumsalda yürüyen biri var bir yerde. Sabahın en erken saatlerinde, yatakta açık gözlerle yatmaktan sıkılıp, kendini deniz kıyısına atan biri bu. Tüm hayatını ya televizyon ekranına bakarken kanepede nasıl olduğunu bile anlamadan ya da kafasını yastığa koyduğu an, uykuya dalan biri olarak geçirmiş biri. Şimdi uykuyu ne yapıp da küstürdüğünü bir türlü anlamayan biri. Herkes uyurken uyanık olmayı ilk kez tatmış biri. Yorgunluktan biraz gözleri kapansa her seferinde o aynı rüyayı gören biri bu. Bir maskeli baloda, her maskenin altından aynı insanın yüzünün çıktığı, odadaki binlerce renk ışıktan ve sürekli artıp azalan gürültüden midesi bulanıp, odanın tam ortasına kustuğu bir rüya. Her maskenin altından çıkan kişi, onu nasıl olup da böyle kolay terk etti bilemeyen biri. Terk edenin ilk paragrafta bahsedilen kişi olduğunu da bilmeyen biri bu. Onun üzerine hiçbir zaman toz bulaşmayan pantolon paçalarının, ütüsü asla bozulmayan ceket kollarının, boyası hep parlak ayakkabılarının gerçek üstülüğünü sonunda kavrayan biri. Gözyaşlarını yosundan bir kolyeye tek tek dizip boynuna takan biri. Denize baktıkça insanın en kötü şeyleri hep en çok sevdiklerine yaptığını anlayan biri. Bir kez sevmenin bir ömre yetecek kadar neşe ve hüzün getirdiğine karar veren biri bu. Çok sevmek diye bir şey olmadığını, sevmek ve bir zaman sonra artık sevmemek olduğunu anlayan biri var bir yerde. Dolayısıyla bir yerde başlayan mutlu bir anın, eninde sonunda mutsuz bir ana döneceği gerçeği var. Ya da bu anların birbirine dolaşmış misinalar gibi iç içe geçmiş, denizin içinde durduğu bir dünyada, hepimizin bir çeşit balık olduğumuz gerçeği var.

Belki mutlu olmak mümkün.
Belki de mümkün değil.
Belki tamamen ve sonsuza dek sürecek kadar mutlu olmak diye bir şey yok. 
Hayat ve insan böyle büyük bir karmaşayken,
Belki  yalnızca mutsuz olmamak var.