17 Nisan 2013 Çarşamba

Yağmur

Adam bir kez daha saate baktı.

Önce elindeki telefonun saatine sonra da bileğindekine. Aralarındaki iki dakikalık zaman farkı kızın kırk beş dakika geç kaldığı gerçeğini değiştirmeye yetmiyordu. Dışarıda, yağmur, caddedeki mağazaların üzerine uzanan tenteleri hırsla dövüyordu. İnsanlar, saçakların altlarına sığınmış, sağanağın geçmesini bekliyorlardı. Yağmur aniden bastırmamış olsa birbirlerinin yanlarından öylece geçip gidecek olan bu insanlar, şimdi  kamp ateşinin başında toplanmış bir  izci topluluğu gibi neşeliydiler. Saçakların altında birbirlerinden çakmak isteyen, birbirlerine saati soran, yol tarif eden insanlar arasında telaşsız bir yakınlaşma gerçekleşiyordu. Acıkan bir kadın hemen yanlarında duran simitçiye para uzatıyordu. Turistler havanın aniden bozmuş olmasına için için sinirleniyorlardı. Ayaklarındaki keten ayakkabılar önce caddenin tozuna boyanmış sonra da çamur içinde kalmıştı. Çakmağını kaybeden kızla, sigarasını yakarken aynı okuldan olduklarını öğrenen adam arasındaki muhabbet, ortak tanıdıklar bularak hızla ilerliyordu. İşe geç kaldığı için huzursuzlanan takım elbiseli adam dışında herkes, halinden memnun gibiydi. Çişi gelen küçük çocukla annesini  saymazsak tabii. En azından, herkes duruma uyum sağlamıştı, diyelim.

Adam, tekrar saatine baktı. Garson üçüncü kez masasının yanından geçince mecburen bir bira daha, dedi. Bir yandan sinirleniyor, bir yandan da sinirlenmek için bir sebep olmadığına kendini inandırmaya çalışıyordu. Güzel şeyler getirmeliydi aklına. Kızı ilk gördüğü zamanı anımsamaya çalıştı. Yine böyle yağmurlu bir havaydı, diye düşündü önce. Sonra yanıldığını fark etti. Kızın üzerindeki mavi çiçekli kolsuz elbise aklına gelince mevsimin basbayağı yaz olması gerektiğini düşündü. Kızın, ondan uzak bir köşede, yanındaki kız arkadaşına anlattığı hikayenin sonunda nasıl da kocaman bir kahkaha attığını hatırladı. Kızdan önce kahkahasıyla tanıştığını anladı o an. İtalik harflerle yazılmış bir anı gizli gibiydi o gülüşte. O seste sabahları anlatılacak kötü rüyalar, gün sonunda okulda yapılanlar, akşam yemeklerinde biraz utanarak anımsanacak çocukluk anıları saklıydı belki.  Belki şifresini yalnızca kızın bildiği bir kilitle, beraber yaşanacak günler saklanmıştı içine. Adam o billur gülüşü alıp cebine koymuş, o günden beri kırmadan cebinde taşımıştı. Kız, bu gece gelecek ve adamın ellerinden alıp tek hamlede açacaktı.

Soğuk birayı yudumladıkça midesinden sesler gelmeye başladı. Biraz da patates kızartması sipariş etti. Telefonun ışığı yanıp sönünce, uzandı baktı. Yağmura yakalandığını ama birazdan geleceğini, adam zaten biliyordu. Tuhaf biçimde, kız ona edepsiz bir şaka yapmış gibi gülümsedi. Mavi çiçekli elbiseyi düşündü tekrar. Saçlarının o zaman kısacık olduğunu, çok ciddi bir şey anlatıyormuş gibi yaparken bile gizleyemediği tebessümünü, topuklu ayakkabıları yüzünden dikilirken ağırlığını sürekli bir bacağından diğerine verişini hatırladı. Ellerindeki yüzüklerden birinin masmavi kocaman taşının firuze olduğunu tahmin etti. Yaz gecesinin  sakin, el değmemiş ipeksi sıcaklığının hepsini nasıl da terlettiğini anımsadı. Beraber tenha koylarda yüzemedikleri hafta sonları, yan yana bir bankta oturamadıkları deniz kıyıları ve izleyemedikleri her gün batımı için  kızı suçladı. İhtimal varken yaşanamamış mutluluğun burukluğu vardı içinde. Parfümünün kokusunun anısı, kafasının içindeki tüm mantıklı düşünceleri paramparça ederek geçirdiği geceleri aklına getirmemeye çalıştı. Bir yazın daha kapıda olduğunu düşündüğünde  içi ürperdi. Üzerine doğru dört nala koşan bu mutluluk hayalinden tedirgin oluyor, kendi kurduğu hayalden başı dönüyordu.

Yağmur, başladığı gibi aniden durdu. Tentelerin altındaki büyülü hava bir anda bozuldu. Kaldırım taşlarından havaya binlerce ayak sesinin yankısı dağılıyordu. Kız, sigarasının izmaritini yere atıp, üzerine bastı. Telefonunu çantasına koydu. Yanında dikilen adamla sanki senelerdir tanışıyorlarmış gibi sarılıp, vedalaştı. Yarın, orta bahçede, dedi adam kız arkasını dönerken. Kızın yüzünde, ağzına sığmayan bir tebessüm asılı kalmıştı. Hızlı hızlı yürüyüp, restaurant merdivenlerini üçer beşer çıktı. Önce el sıkışmaya kalktı, sonra çok saçma bulup sarıldı adama, çok geç kaldım, derken. Sesler, sustu. Adam, kızın yüzüne baktı. Tuhaf karşılanabilecek kadar uzun bir bakıştı bu. Kaybettiği bir ismi yüzünde arar gibi alnındaki küçük yara izine, rimelleri yağmurdan akmış kirpiklerine, gözlerinin içindeki yeşil hareye baktı. Bulamıyordu. Sonra kızın acele acele hareket eden uzun parmaklarına, saçlarını düzeltişine, üşüyüp hırkasının önünü kapatışına, göz ucuyla ışıkları yanan telefonuna bakışına, bacak bacak üstüne atarken havalanan ayağına baktı. Hayır, yoktu.

Yanlış otobüse bindiğini çok geç fark eden biri gibi ne sesini çıkarabiliyor ne de otobüsü durdurup  inebiliyordu. Ne yiyelim, dedi menüyü açarken. Ben çok aç değilim, dediğini duydu yalnızca kızın. 

Kızla ilgili hatırladığı son şey bu oldu.