Beni karanlık odalara hapsedin.
Sesimi susturmak için, akciğerlerimi, göğüs kafesime bağlayın. Sürekli uzak diyarlara uçmaya çalıştıkça kanatları dökülen içimdeki şu kuşu, ya alın bir kafese kapayın ya da gözlerini dağlayın. Yaşanamayacak ne kadar mutluluk ihtimali varsa hepsinin peşinden koşan bacaklarımı, sakatlayın. Bir gün gelsin de akıllanayım, diye Malabadi köprüsünün az uzağındaki o devasa ağacın önünde diz çöküp, gökyüzüne bakın ve ne olduğunu tam olarak bilemediğiniz bir şeylere, adaklar adayın. Dünya üzerinde söylenmiş her sesi duyan kulaklarımın dönüştüğü beyaz kutup tavşanlarını, ne olur, biraz koşun, uğraşın ama avlayın. Bir kez denediği her şeyi kafasında çöpe dönüştürüp, varlıklarını değersizleştiren şu aklımı, bir kez daha bağışlayın. Sizi bir gün bir yerde gördüysem ve nedenini hiç bilmeden ve azıcık bile umursamadan özlüyorsam eğer, bir kez de siz bana doğru adımlar atın ya da sesimi duyunca dönüp bakın, koşmayın artık, yavaşlayın. Biraz omzunuza yatıp, sessizce karanlığın içine bakayım ve sonsuza gidiyormuş gibi virajlara dolanan şu yolda, sessizce uyumama izin vermeyen her şeye, biraz da siz, içinizden gözyaşı dökün ya da ne olacak, bu defa bağıra çağıra ağlayın.
Beni ışıktan kulelerde, gözlerimi açamayacak hale gelene dek bekletin.
İçimdeki tüm kemikler, dokunulduğu an un ufak olacak hale gelene dek etlerimi dağlayın. Loş ve kuytu dağ ormanlarının bir yerlerinden yola çıkmış dört nala üzerime koşan yabani atların ne kadar çok korku yüklü olduğunu siz de sezin ve onlar bana varamadan, bir karlı dağın gölgesinde durdurun, hesap sorun ya da acımayın, sakatlayın. Neşemi kaçıran puslu ihtimallerin binbir yüzle uykularıma saldırdığı gecelerin sabahlarında, elim yüzüm çizikler içinde, ne kadar yorulduğumu görünce, acıyın ve beraber huzurla uyunabilecekler listesinden adını işaretleyelim en sıcak ayaklı adayın. Bir önceki hayatınızda ne günah işlediyseniz görmezden gelelim bazı geceler; ilk defa gelmişsiniz gibi dünyaya, bir şişe kırmızı şarabın doğduğu topraklardan bahsedelim ya da siz bahçedeki köpek olun, hemen ayak ucumda durun, aynı dolunaya bakalım, siz aklınıza çok değişik bir anı geldiğinde, ben anlarım, sadece havlayın. Her seferinde sıra nasıl bana bu kadar hızlı gelebilir, bir kez de bir deniz kıyısında oturmuş konuşurken, siz pervasızca aklınızdan geçen her şeyi söyleyiverin ve saçmalayın. Ne kadar hastayım bazı kış geceleri; ateşimden aklımdaki tüm notalar birbirine karışıyor ve korkunç müzikler odaların duvarlarında yankılanıyorken, neden yapmıyorsunuz, biriniz mutfağa girip, biraz ıhamur kaynatın, tavuk haşlayın. Mesela biraz zamansız gelen hislere dolanmış gibi hissettiğinizde, azıcık derin nefes alın ve neye ait olduğunu bilmediğiniz gölgelerle savaşmayın. Biraz omzunuza yatıp, sessizce yeni doğan güneşin, karlarla kaplı upuzun ağaçları nasıl sonsuza dek kocaman elleriyle sevip okşayacakmış gibi sarmaladığına baktığımda, içimizde asırlardır susan bir şeyler sessizce fısıldasın ya da bu defa bağıra çağıra ağlasın.
Beni yeni gelen yıllardan, cam bir şeker kavanozunda, şefkatle sarıp, saklayın. Ve bunu yapmak için de bir neden aramayın, mantıklı bir gerekçe bulmaya çalışmayın. Herkesi sevmek için geçerli sebepler bulmak gerektiğine sizi kim inandırdı, bu laflara inanmayın. Dahası siz siz olun, birini sevmeden geçecek bir hayata alışmayın.