30 Kasım 2015 Pazartesi

Çinekop

Hatırlamak değil ki bu benimki, unutmamak, dediğimde bana acıdığını gördüm. 
Geçen kış bu zamanlar gittiğimiz tatilde havanın ne soğuk olduğundan bahsediyorduk.
Gözleri bir süre yüzümde takılı kaldı. Yarım saat önce ne kadar zayıfladığından bahsettiği yanağımın kenarına baktı. Aynanın karşısında fondötenle yarım saat boyunca kapatmaya çalıştığım yeri bir bakışta buldu. Zaman beni rahatsız edecek kadar esnedi o bakarken. Elimi alıp yüzüme koydum. Yanağımdaki o delikten içimi görmesine daha fazla müsaade edemezdim. O da utanıp elindeki bıçağın ucuna bakmaya başladı. Bıçağın ucunun yavaş yavaş eriyip eğrildiğine gözlerimle şahit oldum. Bıçağı alıp tabağında yüzüstü yatan çinekopun bağrına sapladı görülmesin diye olanlar. Çinekop sesini çıkarmadı; çoktan ölmüştü. Ben oturduğum yerde kımıldandım. Söyleyecek çok şeyi olan ama nereden başlayacağını bilemeyen biri gibi. Çünkü zaten öyleydim.   

Geri dön eve, demek istiyordum en çok. Çok yüksek sesle hem de. Tüm şehir bir anlığına sesimden sağır olsun istiyordum. Küçük bir fırtına çıksın ağzımdan. Minareler devrilsin, çatılar uçsun, denizdeki vapurlar korkuyla dalgaların kuytusuna saklanmaya çalışsın ama yapamasın, batsın. Öyle şiddetli bir şey olsun. Deprem gibi. Oturduğumuz yerde bir süre masaya tutunarak sallanalım. Tuzlukla biberlik sağa sola yuvarlansınlar. Kaşıkla bıçağın yerleri değişsin. Saçlarım havalansın, savrulsun, gökyüzüne dağılsın. Işıklarını gördüğümüz köprü ip atlayan çocukların ipi gibi dönsün birkaç tur. Çinekop bir gözünü aralayıp baksın, yine kapatsın. Başladığı gibi birden dursun her şey. Bakışalım. Pardon, istemeden oldu, diyeyim ben biraz utanarak. Bana ne diyeceğini bilemeden baksın. Önemli değil, desin ağzının kenarıyla. Bir parça roka atsın ağzına. Ben boğazıma kadar dolmuş olayım. Üzerimdeki hırkayı çıkarayım önce. Sandalyemin arkasına asayım. Sıcak oluyor olsun zaman geçtikçe. Masadaki sessizlik evlerin giriş kapılarından geçemeyecek boyutlara ulaşsın. Geri dön diyemediği zamanlarda ne der insan karşısındakine diye düşünüyor olayım o sırada. 

Yok hayır, öyle olmasın. Mutlu musun, diye sormak istiyordum günlerdir. İlk görüştüğümüzde tüm bunlara değdi mi, tüy gibi hafifledi mi gece uykuların, diye gözlerinin içine bakarak fısıldamak istiyordum. O sırada onun tarafına doğru biraz eğilip yüzüne yaklaştığımda kokusunu duyayım. Birazını içime çekeyim birazını köprücük kemiklerimde biriksin. Yüzüne, gözlerini bir zaman kaybedip o an tekrar bulmuş biri gibi dikip bakayım. Yüzü nereye kaçacağını bilemesin. Avuç içlerim genişlesin. Masanın tablasıyla aynı boya geldikleri sırada o bana bakıp, böyle olması gerekiyordu, desin. O an dev tokadımın sesi Amazon ormanlarının içinde öyle bir yankılansın ki dallara yuva yapan mavi kuyruklu kuşlar her şeyi bırakıp havalansın. Bir uçak havada dengesini kaybedip Atlas okyanusunun ortasına çakılsın. Çinekopun kuyruğu titresin. Afrika'daki birkaç kabile neye tapınıyorlarsa bırakıp bu yeni gök gürültüsüne biat etmeye başlasınlar. Başladığı gibi bitsin gürültü. Çok özür dilerim, deyip eski haline dönen küçük avucumla yanağına uzanayım. Affet, bir an kendimi kaybettim, diyeyim. Tam olarak aklı başına gelmemiş olsun daha. Elin de ne kadar ağırmış desin. Yüzünün bir yarısı artık olmasın. 

Yok hayır, böyle de olmasın. Ben seni özledim demek istiyordum birden bire. O tam buzu uzatır mısın, derken onunla aynı anda ben seni özledim demek istiyordum sıradan bir şey söylüyormuş gibi. Özledim sonra daha çok özledim. Daha da çok özledim. Zaman geçtikçe öyle çok özledim ki sonunda neyin var diyenlere daha özl- derken, infilak ettim. Bizim sokaktaki omuz hizasına gelen duvarın üzerine bir parça kanım sıçradı. Sağ el parmaklarımdan biri çöp dökülmez yazınının kenarına yapıştı kaldı. Zamanla azalır dedikleri her şey zamanla azalmayabiliyormuş diye onlar da şaşırdılar. O günden sonra halk arasındaki deyişlerde, atasözleri ve tesellilerde köklü bir değişikliğe gidildi. Zaman her şeyin ilacıdır, sözü lügatlardan kaldırıldı. Geçer geçer, neler neler geçmedi ki diye şarkı yapan sezen bir düzeltme yayınlayarak ben orada mevsimlerden bahsediyordum, dedi. Öldürmeyen acıların güçlendirmediği dahası öldürmedikleri gibi aslında yaşatmadıkları ortaya çıktı. Unutmak denen şeyin evden aceleyle çıkarken anahtarı, ödeme günü geçen faturayı, yemek yenen restoranda şemsiyeyi unutmak gibi şeylerle sınırlandırıldığı, bir insanı zaman içinde unutmak diye bir şeyin tamamen gerçek dışı olduğu açıklandı. Bu arada olan bana oldu çünkü sen beni pek de özlememiştin. Bir süre duymazdan geldikten sonra uzanıp sağ elimi tuttun. İyi ol istiyorum, dedin. Aklımı kaçırmış biri gibi hissettim kendimi.

Yok hayır, böyle de olmasın. Bir yabancıyken aşık olduğum birini şimdi bu kadar iyi tanırken ne diyeceğimi bilemiyordum. Neresinden tutacağımı bilemediğim vahşi bir köpek yavrusu gibi ellerimdeydi. Belki de sözün bittiği yer dedikleri o tuhaf yer burasıydı. Söz bitiyordu. Bitiyordu çünkü sözlerin tamirat gücünün ötesindeki topraklara geçmiştik. Şimdi dokunuştu ilaç. Kalkıp hiçbir şey demeden sarılsaydı. Uzun bir yürüyüşe çıksaydık. Ayaklarımın ayaklarına değdiği bir yerde otursaydık. Ellerim yavru kuşlar gibi avuçlarına sığınsaydı. Saçlarım neredeyse dile geleceklerdi bir okşayış için. Geç oldu, kalkalım mı dedi bunların yerine. Olur, dedim. Sessizce yürüdük karanlıkta. 

Ertesi gün çinekopun kemiklerini çantamda buldum. Yanağındaki delik nasıl oldu, dedi muhabbet biraz ilerleyince. Son öptüğü yerdi, dedim. Üzülme zamanla geçer, dedi. Yüzüne inanamayarak baktım. Avucumda paramparça edip sokak kedilerine yedirdim.