6 Eylül 2011 Salı

Bir dürümseverin hezeyanları

Uzunca bir süre  Kundera romanlarından birinin başkarakteriymişim gibi gözlerimi duvara dikip, baktım. Hayati bir karar veriyormuşum gibi televizyonu kapatıp, düşünmeye başladım. Düşünürken tüm dünya nefesini tuttmuş beni bekliyormuş gibi sessiz olsun isterim. Çıt çıkmasın. Yaşanabilecek tüm ihtimalleri değerlendirdim. Terazilerimde ölçtüm tarttım. Sonunda telefonu aldım. Bir süre de telefon ekranına baktıktan sonra numarayı çevirdim. Sesini duyunca içimdeki çarklar gıcırdayarak dönmeye başladı. Kanatları tozlanmış birkaç canlı uçarak uzaklaştı. Ne söylediğimi tam hatırlamıyorum; daha cümlemi bitirmeden tamam, geliyorum hemen, dedi. O beni hiç tanımadığından evde tek başıma korktuğum yalanına inandı. Ben de onu hiç tanımadığımdan, sadece ben korktum diye geldiğine inandım.

Telefonu kapatırken çoktan pişman olmuştum. İçime kötü bir his gelip yerleşti. Uçmaya başlayan şeylerin kanatları dikenli çalılara takıldı tek tek. Kapı çaldığında bir şeylerin yolunda olmadığını biliyordum. Açtım. Sokağın soğuğu tüm evi bir anda doldurdu. Kaşkolunun üzerinde ince ince yağmur damlaları donup kalmıştı. Ürperdim. Gözlerim gözlerinde, sırt çantasında, yeni uzattığından henüz alışamadığım sakalında, elindeki  beyaz poşette gezindi. Poşette aniden durdum. Tanıdık bir koku poşetten yükselip tam burun deliklerimin önünde patlıyordu. Tanıdık bir koku. Beklenmedik bir koku o an benim için. Sana, dedi. Dürüm getirdim, acıkmışsındır diye.

Uzun yıllar boyunca ne zaman romantik buluşmalar, makarnalı şaraplı ilk randevular konuşulsa hep bu mevzu açıldı. İlk önceleri savundum onu, sonraları sessizce gülümsedim herkesle beraber, en sonunda kahkalarla güldüm ben de. Bugün etrafımızdaki erkeklere sorsak, hepsi iyi şaraptan, aldante pişmiş spagettilerden, küflü peynirlerden söz edecek konu ilk buluşmalar olduğunda. Hepsi ağızbirliği etmişçesine bir kızın evine ilk kez giderken çiçekler, çikolatalar götürmekten bahsedecek. Oysa  bu aynı adamları gecenin geç saatlerinde ıslak hamburger yerken, otobüs garlarında acele kokoreç sardırırken, iş çıkışlarında yolda tavuk-pilav kaşıklarken, maç sonrası sokakta cızbız köfte kuyruklarında göreceğiz. Kimi kandırıyoruz? Bu adamlarla, olduklarını sandıkları İtalyanlar aynı bünyede sıkışmadan nasıl yaşıyor, bilemiyoruz.


Dün B. ile istiklal'de yürürken çok acıktık. Önce gidelim pizza yiyelim, dedik. Her yer gibi kepenk indirmiş orası da. Kapıda öylece bakakaldık. Açlık aklımızı ele geçirmişken nereye gideceğimizi bilemedik bir süre. Aniden B.'ye döndüm, ocakbaşına gidelim mi, dedim. Böyle şişler, beytiler, çok güzel olmaz mı?. B. gülerek baktı yüzüme. Hani, dedi, senin dürümcü çocuk vardı ya bahsettiğin, içimizde seni en iyi tanıyan oymuş aslında. Tramvay geçti yanımızdan o anda. İki genç öpüştü. Birkaç kişi kemençe çalan adamın etrafında horon tepmeye başladı.

Ocakbaşına doğru yürürken  benim de içime sığmayan yabancı biri ayağıma basıp duruyordu. Pardon, dedi ortaçağ resimlerinden fırlamış gibi duran etli butlu bir kadın kafasını çevirip, bu aralar akşam yemeklerini biraz fazla kaçırdım da. Bir yandan da elindeki şişteki ciğerleri lavaşa sarmaya çalışıyordu. Hayatın fazla gerçekdışı olduğu zamanlardı.


Biz kimiz?

Biz Kimiz?

Müessesemizde verilen hiçbir şeyin geri alınması, değiştirilmesi ya da iade edilmesi, söz konusu dahi edilemez. Burada olan olmuştur. Giden gitmiştir. Biten bitmiştir. Lütfen size yıllar önce verilmiş sözlerle, öpücüklerle ya da kıymetle kapımıza dayanmayınız. Unutulanların asla hatırlanmaya çalışılmaması en öncelikli prensibimizdir.

Üretimin devamı için zaman zaman tüm tarihin silinmesi ya da tamamen çarpıtılarak anlatılması gerekiyorsa, yaparız. Gerçekle yalan arasındaki çizgi bizim her gün bakkala giderken yürüdüğümüz yoldur. Canımızı yakmadığı sürece tüm yanlış anlamalara, gerekli gereksiz alınmalara, hatalara ve abartılı anlatımlara kapımız açık. Gerçek olduğu gibi anlatılınca hiç de eğlenceli olmuyor. Bunun çok uzun zamandır farkındayız.

En değerli varlığımız kendimiz olduğundan, tüm çabamız kalbimizi omzumuza konmuş bir serçe gibi taşımayı becerebilmektir. Ürettiğimiz kristal kalpler tutmasını bilmeyen elleri hunharca yaralayabilir, yara bere içinde bırakabilir. Bunun vicdan azabını zaman zaman tam içimizde duyuyoruz, evet. Peki ya kendimiz? Düşünün ki annelerimizin en sevdiği kristal kül tablalarını, kolonya şişelerini, vazolarını gün geldi biz kendi ellerimizle kırdık. Kalplerimiz de elbet bir gün kırılacaktır. Tüm amacımız o günü mümkün olduğunca ertelemektir. Müessemiz yıllardır en üst seviyede koruma önlemelerini alarak, kalpleri pamuk şekerler içinde muhafaza etmektedir. Tüm çizik ve kırıklar garanti kapsamında olup, kullanılamayacak hale gelen kalpler orijinalleriyle birebir değiştirilmektedir.


Bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz.