19 Eylül 2011 Pazartesi

Vitrin

O gün Ş. ile oturmuş kahve içiyorduk sinemadan sonra. Yanımızdan iki tane genç kız geçti. Ş. ikisini de güzelce süzdü sonra da bana, kalçası bu kadar büyük olan kızlar böyle etekler giymesinler, dedi, daha şişman gözüküyorlar. Kahvesini höpürdeterek yudumlarken, hiç seksi değiller, dedi. Ş. ye baktım. Şortu ve güneşten solmuş, yakası kaymış tişörtüyle sandalyeye yayılmış, oturuyordu. O an seksapeliteden bahsedebilecek son insan olabilirdi. Kız belki de çekici, seksi ya da güzel olmak istemiyordur, sadece canı ne istiyorsa onu giymek istiyordur, dedim. Tartışma uzadı. Asıl konu o değil, biliyorum. Konu; şişman, bakımsız ve sıradan olma hakkının yalnızca erkeklere tanındığı bir dünyada yaşıyor olmamız.

Yoruldum. Sürekli vitrinde olma hissinden bunaldım. Sokakta yürürken, kafede oturup gazete okurken, marketten deterjan alırken hem kadınların hem erkeklerin ablukası altındayız. Sokaklara bakın. Kadınların sanki her an birinin çıkıp onlara, bugün ne kadar da rüküşsünüz, diye haykırmasından korkar gibi bir halleri yok mu? Sabah bakkala eşofmanla giderken, tanıdık birine yakalanma paniği içinde etraflarına bakınmalarını izlemek ne kadar da hüzünlü! Açık konuşalım, kuaförün bir gün elime vurup, ne bu tırnakların hali diyeceğinden eminim. Ya da otobüste bir teyzenin bu gömlek bu etekle hiç olmamış, deyip üzerimdekileri çıkarıvereceğinden. Sokakta yürürken hala bu ayakkabıları mı giyiyorsun, deyip yüzüme tüküreceğinden korktuğum kadınlar geçiyor yanımdan. Herkes kendini zar zor tutuyormuş gibi gergin. Hepimiz kendi yarattığımız mükemmellik takıntısının dehlizlerinde boğuluyoruz. Birbirimizin bakışlarıyla daha derine batıyoruz her gün. Dedikleri gibi, kadınlara giyinip erkeklere soyunuyoruz. Ama kadınlara giyinmekle o kadar meşgulüz ki soyunmaya fırsat bulamıyor olabiliriz.

Topuklu ayakkabılarıyla kaldırımları arşınlayan kadınların kolundaki eşofmanlı adamlar gerçekten onlarla aynı yere yemeğe gidiyor olabilir mi? Plaja inmeden önce maniküre, pediküre, ağdaya, alışverişe gitmek zorunda olan, regl takvimini ayarlayan, tüm yıl her yediği yemekte plajda ortaya çıkabilecek olası yağların vicdan azabını duyan kadınla, rengi solmuş mayosunu göbeğine çekip, balıklama suya atlayan adam gerçekten aynı denizde mi yüzüyor? Saçlarını uzatan, kısaltan, boyayan, düzleştiren, kıvıran kadınların kuaförde harcadığı vakitte erkekler neredeler, ne yapıyorlar? Sabahları makyaj yapan, fön çeken, ne giysem diye düşünen tüm kadınlar, evden on dakikada çıkabiliyor olmanın hafifliğini bir kez de biz yaşasak! Gerçekten aynı dünyada mı yaşıyoruz biz erkeklerle? 

Emin değilim.



Kitapçıda- Tanrı

Bazı günler ne kadar da sıkıcı. Hayır, her şeyi ben yaratmamış olsam en azından suçlayacak birilerini bulabilirdim. Bulamıyorum. Bu aralar sürekli saatime bakıp dünyanın sonunun gelmesini bekliyorum. Aşağıdaki saatin altı olmasını bekleyerek hayatlarını tüketen takım elbiseli adamlara benzemeye başladım. Oturduğum koltuğun derisi yıprandı. Aşağıda olup bitene eğilip bakmaktan, boyun fıtığı oldum. Bulutlardan göz gözü görmüyor üstelik. Yağmur yağacak gibi. Bir yerlerden bir yerlere giden yağmur bulutları çarpıyor ayağıma sürekli.

Biri çığlık atıyor. Şu mavi kanatlı melek üçüncü kez düşüyor bugün aşağıya. Galiba onu orada bırakmak daha iyi olacak. Bazıları melek bile olsa huzur bulamıyor. Aşağıdaki mutsuz ve yorgunlara karışsın. Aklı o zaman daha çok karışsın da, geceleri benimle konuşmaya başlasın yeniden.

Şimdi de kitabın teki rafından atladı. Ben nerede yanlış yaptım da aşağıdaki her şey ve herkes bu kadar mutsuz anlamıyorum. İnsan bu kadar karmaşıkken, eşyaya can vermek de nerden geldi ki aklıma! Al işte, şimdi de bir çınar yıkıldı durduk yere. Dallarındaki kuşlar havalandı. Kuşlar asla havada ölmezler. Gidip karşıdaki meşenin dallarına kondular, çınarın topraktan çıkan köküne bakıyorlar şaşkın şaşkın. Yukarıdan bakınca aşağıda yaşanan hiçbir şey ne hüzünlü ne de sevinçli geliyor. Oluyorlar yalnızca. Yaşanıp bitiyorlar.


İşte raftan atlayan kitap karşımda. Her yeri kırılmış. Bir kalbi olduğunu iddia ediyor. En çok kalbi kırılmış sözde. Böyle bir hayatı hak etmemiş, çimen olarak geri gönderilmek istiyormuş. Ormanın en derin yerinde bir düzlükte yaşamalıymış o. Durmadan anlatıyor. Benim soru sormama fırsat vermiyor. En zoru bunlarla uğraşmak. En iyisi yakmakla tehdit etmek belki de. Milyonlarca yıldır işe yarıyor ne de olsa. O zaman susar.

Susmuyor. Biri daha gelmiş onunla beraber. Yakışıklı bir adam. O da düşmüş. Ama o çok yükseklerden çok derinlere düşmüş. Kalbi hariç yer yeri kırılmış. O da renk olarak geri gönderilmek istiyormuş. Çimen yeşili olmak istiyorum, diye ısrar ediyor. Bu kadar zamandır renk olmak isteyeni de ilk defa duyuyorum. Bakınca göremediğim bir şeyler oluyor olmalı aşağıda. Her şey çıldırmış.

Şimdi de bir kız geldi. Nasıl geldiğini kimse anlamamış. Zamanının dolmasına daha 67 yıl varken merdivenlerden inip, buraya gelmiş. Bugün her gelen, ağaçtan çiçekten bahsediyor. Çınar ağacının altında yatıyordum ben, diyor. Biz almadık seni geri gönderelim, rüya gördün sanırsın, bir şey olmaz, diyorum. Madem geldim, kalmak istiyorum, diyor. Aşağıda yaşayacak hiçbir şeyi kalmamış. Bu insanları anlamak imkansız. Milyonlarca doktor her saniye bana karşı doksan yaşında adamları hayatta tutmaya çalışırken, bu kız ne diyor?

Olmaz. Atın aşağıya, diyorum. Ağlamaya başlıyor kız. Yeni yağmış yağmur kokuyor. Bulutlardan birine dokunuyor gidip. O zaman, diyor, kalbimi burada bırakmak istiyorum giderken. Yüzüne bakıyorum. Beni yeni farketmiş gibi, o da yüzüme bakıyor. Bakışları takım yıldızlar gibi. Arkasından bakan adamın yüzü bulutlu bir gece yarısı, ışıksız. Çaresizce kaybettiği zamanları arar gibi gözleri. Kızın kaybettiği her şeyi ceplerinde saklamış bunca zaman. Kitap sonunda susup bize çeviriyor başını. Adamın elini tutup koşmaya başlıyor. En ucuna geldiğinde gökyüzünün, durup bir an bakıyor. Kimse durdurmuyor onları. Atlıyorlar. Gülümsüyorum. Ellerinden tutup atıyorum kızı peşlerinden. Parmak uçları buz gibi. Bağırıyorum arkasından. Kalbini diyorum, seni sevmeyecek adamlar tekrar paramparça etsin diye, tamir ettik.

Şimşekler çakıyor, yağmur başlıyor. Ürperiyorum. Tek kelime etmeden ellerini göğsünde birleştiriyor. Yüzündeki ifade aklımdan çıkmıyor. Söylemediği sözleri unutamıyorum.