18 Haziran 2018 Pazartesi

Balon

İnsan şişirilip gökyüzüne salınabilecek bir balon değildir.

Nerede patlayacağı belli olmaz. Bazıları üflediğiniz ilk nefeste büyük bir gürültüyle paramparça olabilir. Sağır oldum sanırsınız. Biraz arı vızıltısıyla pansuman ederseniz, geçer. Bazısını ise gökyüzüne uçurmaya nefesiniz yetmeyebilir. Başınız dönmeye başlar. Ilık suya meltemler karıştırıp için, iyileşirsiniz. Çoğunu bir bileğe bağlamak lazım gelir kaçıp gitmesinler diye. Her birinin hangi anda uçmaya başlayıp, nerede patlayacağını öğrenmek gerekir evvela. Başka türlü insanın sınırları çizilmiyor. Nerede telefon tellerine dolanacağını hesap edebilmesi lazım yola çıkarken. Yoksa trajedi  büyük oluyor. Öyle ki, insan lunaparklardan bile korkmaya başlıyor.

Bir keresinde nerelere kadar uçabileceğimi merak ettim. Herkese ucu sivri cümlelerle veda ettim. Balkondaki çiçekleri ölüme terk ettim. Kapıyı kilitlemedim. Bakkalın çırağını tembihlemedim. Çektim gittim. Yarın yoktu benim için. 
İçimde kırılmamış yerler çoğunlukta olduğundan fersah fersah uzaklara gittim. Fütursuz cesaretin çabucak yalnızlığa vardığını da en kestirme yoldan tecrübe ettim. Gündüzlerin herkese dostken gecelerin çok az insanla arkadaş olabildiğini o zamanlar öğrendim. İnsanın içinde sarılmak diye bir ihtiyaç olduğunu fark ettim. İnsan ki; meğer ten sıcaklığıyla çalışan bir makineydi. Dokunamadıkça içindeki dengeler alt üst olur, ucu tırtıklı yalnızlıklar oluşurdu. İnsanın tüm güzel anlarını gelir yontar. Her gece içinde yer değiştire değiştire bir organa yapışır. Bir gece akciğeriniz yetmez gibi nefes alamazmışsınız. Balkona çıkar derin derin nefesler alır yine de iyileşemezmişsiniz. Ertesi gece karaciğerinizle konuşur,  yüksek bir taburede dünya çok aşağılarda kalana kadar oturursunuz. Bir gün aklınız yetmez olur, ne yapacağınızı bilemezsiniz. Burnunuz bir gece ansızın tüm kokuları birinin kokusuna benzetmeye başlar. Gözleriniz gördüğü her şeyi başka bir şeye benzetir, yetmez, aniden bastıran bir yaz yağmuru gibi ağlarsınız. Bir gece bacaklarınızda öyle bir huzursuzluk olur ki evden apar topar çıkar, sokak lambalarının altında saatlerce koşarsınız. Elleriniz büyür bazı günler. Kalem bile tutamazsınız. Saçlarınız düğüm düğüm olur aniden. Uçak kanadından taraklarla tarasanız, açamazsınız. Tat alamamaya başlarsınız bir günün ortasında. Ya da yediğiniz her şey simit susamına dönüşür, çıldırırsınız.

Ve patlarsınız. Hiç beklemediğiniz bir anda gürültünün kendinizden geldiğini bile anlamadan, paramparça olursunuz. Hem de tam artık daha iyiyim sandığınız anda olur bu. Uzun uzun ve dünyanın size artık başka bir pencereden göründüğünü bilerek, bir bankta günlerce oturursunuz. Aklınızdaki tüm yüzleri tek tek okşarsınız. İçinizdeki ucu sivri cümleler, kelime kelime uysallaşır. İçinizde koşan yabani atların birden evcilleştiğini hissedersiniz. Yenik düştüğünüzü bilirsiniz. Kendinizi yenerek, kendinize yenik düşersiniz. Köşeler yuvarlanır. Karanlık köşeler aydınlanır. Girmediğiniz odaların kapıları aralanır. İçinizdeki yabancı toprakların üzerindeki sis kalkar. Siz de oturduğunuz yerden kalkarsınız. Gidip ilk telefondan aklınıza kazılı bir numarayı ararsınız. Sonra bir uçak kadar kadar yakın olduğuna inanamazsınız döndüğünüz mesafenin. Kendinizi sıcacık bir bileğe bağlarsınız.

Uzun uzun sarıldıkça gitmenin kolay, kalmanın zor ve dönmenin ne şahane olduğunu anlarsınız.