Bu sabah mutsuz uyandım. Aslında çoğu sabah mutsuz uyanıyorum. Sabahları pek sevmiyorum belli ki. Karanlık sabahları daha da sevmiyorum. Karanlığa bakan odaları, hiç. Bu şehrin sokakları, penceresi olmayan odalar gibi, der Dostoyevski Saint Petersburg için. Gelip İstanbul'un daracık, evlerin birbirine sarılma mesafesinde olduğu sokaklarını görseydi, bir köşede oturur, ağlardı.
Aslında ikiyüzlülük bu yaptığımız. Biz Galata' nın eski evlerinden birinde doğmadık. Hepimiz Anadolu'nun bir köşesindeki ferah evlerimizden bakabilirdik sokaklara. İstemedik. Bizi Beyoğlu sokaklarına kelepçelemediler. Büyük Postane'nin merdivenlerine gömülü değil ayaklarımız. Bebekteki banklardan boğaza bakarken aniden kalkıp gidebiliriz. Bizi burada kimse zorla tutmuyor. Yokuşlarından şikayet ettiğimiz semtler, şu an bir otobüse binip gitsek, bizi bir an bile özlemezler. Terk edip gidenleri de, aşık olup bir ömür ayaklarının dibinde oturanları da umursamaz bu şehir, kabul edelim. Oysa bizim ona olan hislerimiz, gittiğimiz mesafeyle ters orantılı bir hızla çıkar su yüzüne. En nefret ettiğimiz ne varsa, iki gün sonra delice içinde olmak isteriz.
Serseri bir adama bizi sevmediğini bile bile aşık olmak gibi burada yaşam. Azıcık okşasa yaptığı tüm saçmalıkları unutuyoruz. Bize doğru attığı ilk adımda, kimbilir kaçıncı kez, kapısında buluyoruz kendimizi. Çok kolay affediyoruz. Yine de öfkemiz hiç geçmiyor ona. O, niye bize aşık değil ve ne yapsak aşık olmuyor diye deliriyoruz. Asla yapmam dediğimiz ne varsa yaptığımız halde yetmiyor ya ona, çıldırmak üzereyiz. Terk edip gidemiyoruz, gidemedikçe kendimizden nefret ediyoruz. Mutluluğun da üzüntünün de en ucu neresiyse, oraya asılmışız yakalarımızdan. Efsunlanmış gibi manzaraya bakıyoruz. Kapıyı vurup gitmemek için her gece binlerce bahane üretiyoruz.
Bu sabah mutsuz uyandım. Aslında çoğu sabah mutsuz uyanıyorum. Bu sabah normalden daha mutsuzum belli ki. Annemi aradım. Uyuyormuş, uyandırdım. İki dakika konuşup, kapattım. Koyu bir kahve yaptım. İçemedim. İçine bolca süt koydum. İçerken, benim için değişme, diye fısıldadım fincana. Kimse için değişme aslında. Cevap vermedi gibi geldi bana. Önümde nefeskesen yokuşlar var. Yuvarladım birinden aşağıya. Hızlıca gidip çarptı kaldırımın betonuna. Kolaysa, hem değişme hem kırılma diye bağırdım ardından da.