21 Ocak 2013 Pazartesi

Gitmediğimiz yerler atlası


Gitmediğimiz yerler atlası var avuçlarımızda. 

Çingene bir falcı gelip avucumuzu ellerinin arasına aldığında, oraları görüyor. Hani kafasını kaldırıp tam içine dikiyor ya gözlerini gözlerimizin. Çıplak kalıyoruz karşısında, ürperiyoruz. Bir bakışta hayatımızın gizemini çözmüş oluyor. Gittiklerimizden çok gitmediğimiz ya da bir türlü gidemediğimiz yerler belirliyor hayatımızın gidişatını. Yaptıklarımızdan çok yapmadığımız şeyler bizi biz yapıyor.

Ben hangi cümlenin içinde yaz geçse, kendimi adadaki bir evin taş duvarlarına sırtımı dayamış hayal ederim. Bağbozumlarındaki neşeyle üzüme, sonra üzüldükçe şaraba ve nihayetinde tüm hırçınlığımla sirkeye benzerim. Bir tekneyle dünyanın tüm denizlerini geçerim. Eski bir keten elbisemden bile olabilir yelkenlerim. En derin yerlerine dalarım belki okyanusların bir gün. Parlak pullu balıklara bakınca, çoktan unuttum sandığım eski bir dostla göz göze gelebilirim. Çöllerde develerin üzerinde gezerim. Sıcakladıkça çıkarır atarım üzerimden kat kat öfkeleri. Sonu olmayan ormanlarda kafamı kaldırır, dallardan bir gökyüzüne denk gelirim. Her dalda çarşaf çarşaf asılıdır kırılmış hayallerim. Bir uçurumun ucunda dikilip, dünyaya bir de o açıdan bakabilirim. Tam düşerken hiç affedemediğim biriyle barışabilirim. Bir karavanla haritaların görünmez sınırlarını tek tek ihlal edebilirim. Her çizgide incelir bileklerim. Güneşin batmadığı yerlerde gökyüzüne bakıp, her defasında hayret edebilirim. Dar sokaklarında sarhoş olurum bazı şehirlerin. Göl kıyılarında yeşilin her tonuyla kahvaltı ederim. Her nehrin üzerindeki köprüde durup, fotoğraf çekerim. Ne kadar ada varsa bir kara parçasından kopup uzaklaşmış, gidip denizini tadabilirim. Bir trenden inip öbürüne binerek günlerce yürüyebilirim.  

Bugün gidebilirim. 

Çok hapislik bir çağa da denk gelmiş olsak yaşamak için. Ne olduğunu bilmediğimiz şeyler bizi olduğumuz yerlere sıkı sıkıya kelepçelemiş de olsa. Ne zaman durup hayatın neresinde olduğuma baksam, kendimi gitmediğim yerler atlasında kaybolmuş bir nokta gibi hissediyor da olsam. 

Tüm korkuları bırakıp gidebilir miyim? Şu an gözlerimi kapatsam nerede olmak istiyorum? Kimin elini tutuyorum? Şahane manzaralara bakarken kimi düşünüyorum? Diyelim şu an kalkıp ilk uçağa biniyorum. Yarın bu saatlerde şu an oturduğum koltuğu özlemeyeceğimden emin olabiliyor muyum? Her sabah otobüste denk geldiğim insanları bile bir sabah görmesem merak eden ben. Herkesi ceplerime doldurup bu ağırlıkla yürüyebilir miyim? Her keşke de sırtımdaki kambur büyüdükçe, adım atabilir miyim? 

Belki de, bugün gidemeyebilirim.





17 Ocak 2013 Perşembe

Yaz meyveleri


Karakteri o kadar net yiyecekler var ki; şaşırtıyor insanı ama asla şaşmıyor.

Kereviz var mesela, karnabahar, lahana var. Elli metreden onları sevmeyen insanları tanırsınız. Onlar bana anneanne - dede sevgisi yaşamamış gibi gelirler. Bir kış günü, okul sonrası, yemek kokan bir evde onlarla beraber sofraya oturmamışlar gibi. Çocukluklarının albümünden bir fotoğraf kayıpmış gibi.

Dereotu var mesela. Onu seven bir insanın kötü olabileceğine inanmıyorum ben. Rakısının yanında illaki fava yemek isteyen bir insan, ne kadar hoyrat olabilir? Semt pazarlarına inip pembe domates arayan bir adam, olsa olsa şair olabilir ya da heykeltıraş. Ada üzümleri tezgahlara çıktı diye mutlu olan bir insan düşünün. Yolda giderken incir ağacı görünce arabasını kenara çeken birini. Çağlaların çıktığı gün işe gitmeyip bir ağaç altında tüm gün huzurla uyuyan. Çilek yetiştirip her sabah topladıklarının kokusunu yemeden önce derin derin içine çeken. Yazlıktaki bahçesine, tüm komşuları binbir çeşit gül dikerken, bunun çiçekleri daha güzel, deyip börülce diken. Kirazlardan küpe yapan bir insan her daim naif her daim kırılgan.

Vişne suyu seven insanın, kendine has bir dili var. Nar ayıklarken aklının yarısını kaybedenler ne kadar kibar. Kestane mevsimlerinde evinde soba yok diye üzülenler, hayat boyu çocuklar. Taze zeytinyağları çıktığında ekmek yemekten kilo alanlar asla yalnız kalmazlar. Hala erik ağaçlarında midesini bozanlara her mevsim bahar. Çekirdek yerken dudaklarını çatlatan insanlar, bir üzüntünün ne sığ ne de derin yerinde batarlar. Balla kaymakla kahvaltı edenlerin yanında insanın ömrü uzar. Sıcak pidenin üstüne tereyağı süren birini görünce benim içimdeki yaşama sevinci artar. Fırından ucu yenmiş ekmekle dönenler, can sıkıntısının ne olduğunu asla bilmeyecek çocuklar.

Sevgilisine gül yerine taze gül reçeli hediye eden bir arkadaşım var. Reçel kavanozunu okşar, biriyle beraber reçel yerken duygulanıp, ağlar. Her duygunun adını da tadını da bilir gibi geliyor bana böyle insanlar. Bir çiçeğe bakınca her yaprağıyla ayrı ayrı konuşur. Sanki her istavrit onunla dertleşir, gökteki her martı onunla kavga eder, küsüp barışır. Bizim üstüne basıp geçtiğimiz her şeyle, o, geçerken selamlaşır. Bana bakınca da aklımdan geçen her şeyi görür. Sustuğum ne varsa bilir. Tam  gerektiği anda gelip sarılır. Canı bir gece vakti kazandibi çeker gibi sevse beni, diye düşünürüm bazen, bir ömür yeter.

Sanki içimizde biri diğerinden daha ince ve daha kalın yerler var. O incecik yerler en sevdiğimiz yiyeceklerin tatlarını, kokularını, yumuşaklıklarını muhafaza ediyorlar. Hepsini de güzel bir ana, bir anıya bazen birine bağlıyorlar. Karpuzla beraber çocukluk anıları, dondurmayla ilk aşklar peş peşe çıkıp geliyorlar. Yediğimiz her şeyin bir parçası kalbimize takılı kalıyor. Karamel kokuyor bazı zamanlar. Çürük gibi bazı acılar. Çiğnedikçe büyüyor ağzımızda bazı yıllar.

Beni yaz meyvelerinin yanında saklayınız.