Her şeyin kendi etrafında bir tam tur dönüp aynı yere vardığı zamanlara gelmiştik. Bir yıl demek ki 360 dereceye eşitti. Bir balerin ayak baş parmağının üzerinde dönerken birkaç yıl birden yaşlanıyor. Tanrı bu mucizeleri çift taraflı yaratıyor. Kendi etrafında diğer yöne döndüğünde gevşemiş bir makara gibi kendi üzerine topluyor ipliğini ve gençlik gittiği hızla geri dönüyor. Ben balerin değilim ve bu yaştan sonra ne kadar dönsem ipliğim baleye başlanacak yaşlara yetmiyor.
Her senenin sonu dediğimiz bu zamanlara gelince, bir boy aynasının önünde birkaç saat oturup kendime bakıyorum. Soyunuyorum önce. Yavaş yavaş. Parçalarımda gözle görülür bir eksiklik var mı diye kontrol ediyorum. Saçlarımı tarıyorum uzun uzun. Benlerimi sayıyorum. Kemiklerimi tartıyorum. İyice yaklaşıyorum kendime. Göz bebeklerimin içine bakmaya devam ettikçe yabancı birine dönüşüyor yüzüm. İlk önce acımasızlık gelip incecik şişleriyle deliyor binlerce yerimden. Kan revan içinde bırakıyor çöken yanaklarımı, biraz kilo alan baldırlarımı, kaz ayaklarımı. Ardından şefkat koşup yetişiyor. Bazı açılardan bakınca güzel buluyor yüzümü. Bu sene bulup, ağzımın kenarlarına yerleştirdiğim yeni gülüşlerin başını okşuyor. Daha hüzünlü bakıyorsun sanki zaman geçtikçe diyor, gülünecek şeyler azaldı, diyorum. Gözlerini deviriyor. Ayaklarını sürüyerek gidiyor. Temkinli bir tekinsizlik hissi yerleşiyor içime. En çok ne yaptığına pişmansın bu sene, diyorum. O kadar çoklar ki gözlerim doluyor. Ağlamayan yüzden ağlayan yüze geçerken insanın bütün kaslarının şekli değişiyor. Buna hala şaşırıyorum. Gülen halinin neye benzediğini fotoğraflardan biliyor insan. Oysa ağladığında neye benzediğini kendisi dahil çok az insan biliyor. Bir yaşın içimden çıkıp yüzümden aşağıya akışına bakıyorum. Gözyaşı bezi denen yer iki akciğerin tam arasında aslında. Gözle alakalı çok yanılıyor insanlar. Geçen senenin bu zamanlarını gözümde büyük acıyla geçirdiğimden, gözün işleyişine aşinayım. Gözünü üzmemeli insan, diye geçiriyorum içimden. Neredeyse gözlerime sarılmak geliyor içimden. Bu sene ne istiyorsun benden, diyorum kendime. Bu soruyla beraber yüzüm küçük bir kız çocuğuna dönüşüyor. Öyle bir an ki kendimi alıp kendi kucağıma yatırıp saçlarımı okşaya okşaya uyutmak istiyorum. Kendimi sevmeyi ihmal etmişim en çok. Bazılarını çok sevmekten ve bazılarını ısrarla sevmekten vazgeçmeye çalışmaktan içimdeki ışıklı yerlerin renklerini soldurmuşum. Seni diyorum aynaya dümdüz bakıp, çok şımartmak istiyorum bu sene. Ne istersen yapma hakkı veriyorum. Canın ne isterse yeme, içme. Nereye isterse gitme. Böyle dedikçe kendi sesimdeki ani neşeye gülümsüyorum. Neredeyse kendi sesimin vaatkar tatlılığına yeminler ettireceğim.
Ölüyor gibi hissediyorum kendimi. Ölüm yatağında gibi. Çok mutlu bir hayat yaşamış, daha geçen aylarda tüm mahalleye aşure kaynatıp dağıtmış, bayramda yakama broşumu takıp bütün torunlarıma elimi öptürmüşüm. Hiçbir pişmanlığım yok. Öyle bir huzurla ağlıyorum.
Gidip yatıyorum. Sabaha kadar içimdeki oyuktan çan sesleri duyuluyor.