15 Eylül 2011 Perşembe

Kitapçıda- kitap

Ayaklarımı raftan aşağıya sarkıtmış, yağmuru izliyorum. Damlalar cama vurdukça içimdeki genç çiftler koşarak bir saçağın altına giriyorlar. Neden romantikse ıslanmak ve üşümek iki kişiyken anlamıyorum; içlerinden geliyor, öpüşüyorlar. Kasadaki adam kadife koltuğunda oturmuş, bacaklarını ovalıyor. Canı aniden demli bir çay istiyor. Kalkıyor yerinden, elinde dibinde soğumuş üç damla kahveyle bir büyük fincan, mutfağa yürüyor. Kaldırımlarda okuldan çıkan çocuklar var bu saatte. Duraklarda otobüs beklerken ıslanan temizlikçi kadınlar, su birikintilerine basa basa yürüyen adamlar. Kabul gününden çıkmış orta yaşın şık hanımları, o gün kısırı biraz fazla kaçırmışlar. Nezlenin ilk lokmasını yutan bir trafik polisinin burnu kaşınıyor deliler gibi. Trafik ışıkları kırmızıdan yeşile dönüyor. Vardiyasını teslim eden işçiler eve. Silecekleri durmadan çalışan arabalar, biraz gidip yine duruyorlar. Arabaların içleri yorgunluk ve akşam kokuyor. İnsanların içleri yorgunluk ve mutsuzluk.


Yan raflara bakıyorum eğilip. Ucuz aşk romanlarına komşuyum. Sürekli ağlayan, balık etli kadınlar bunlar. İzledikleri her filmin sonunda, camdan sokağa bakarken bir kaza görseler ya da televizyonda kötü bir haber, hemen ağlıyorlar. Fazla hassas sanki tenleri. Ne kadar acı varsa hemen içlerinden geçip, kalplerine batıyor. Makyajsız asla başlamıyorlar güne. Aynaları olmadığından  fark etmiyorlar, gözkapaklarının birini daima daha fazla boyuyorlar. Kıyafetleri hep bir sezon geriden takip ediyor modayı. Hepsinin ayaklarında aynı model eski suratlı iskarpinler veya tokası kaybolmuş düz taban babetler. Ayakkabıların çoktan burunları yıpranmış, romanların acıları içlerinde yıllanmış.

Onlardan sıkılınca polisiye romanlara uzatıyorum kafamı. Hep sessizler, kendi hallerinde. Biriyle selamlaşıyoruz. Asker selamı veriyor bana birden hazır ola geçip. Tedirgin oluyorum. O anda bir kız çıkıyor merdivenlerden. Tuhaf bir kokusu var. Islanmış toprak kokuyor saçları. Gözlerini karşı tarafta dikilen adama dikmiş, bakıyor. Adamın kalbi ne kadar hızlı atıyor. Aşk romanlarının hepsi dikkat kesiliyorlar. Sessizleşip, birbirlerinin kulaklarına bir şeyler fısıldıyorlar. Kızın gözleri yemyeşil. Çimen gibi yeşil. Ormanın en derininde bir düzlük gibi yeşil. Aklıma ağaç olduğum zamanları getiriyor. Kızın da aynı anda aklına aşık olduğu zamanlar geliyor. İnmeye başlıyor merdivenleri. Ayak sesini bastıran bir gürültü var yan rafta. Aşk romanları çoktan başladı ağlamaya. Uzaktaki raflardan birileri kahkahalarla gülüyor.

Delirtici bir gürültü. Bu kadarı yeter. Daha fazla dayanamıyorum. Yavaşça yaklaşıyorum rafın ucuna. Aşağıya bakıyorum. Başım dönüyor.O an yan raftan biriyle göz göze geliyoruz. Nefesimi tutuyorum. Ağzını açıp kapatıyor balık gibi. Bir şey diyemiyor. Düşerken o adamın bana doğru geldiğini görüyorum. Gözleri dolu dolu. O da atlamış gibi bir yerlerden. Boşlukta salınarak düşüyor. O, çok uzun zamandır, çok derin bir yere düşer gibi düşüyor. Çarpışıyoruz.

Sonrası hep yemyeşil, hep çimen.