11 Nisan 2012 Çarşamba

Çember

Gitmek istiyorum. Sürekli. Her an. Nerede olduğumun önemi yok. Başka bir yere. Hayat sanki mekandan mekana kovaladığım bir anmış gibi. Yolda yürürken biraz yavaşlasam, geç kaldığım bir yer var sanıyorum. Aniden başımı öne eğdiğim için göremediğim kimseler. Olmadığım yerlerde benim sandalyeme oturan yabancıları kıskanıyorum. Yatmadığım çarşafların sıcaklığını. Bıraktığım ellerin kokusunu. Bir an bakıp kafamı çevirdiğim manzaraları  özlüyorum.

Sonuna yetiştiğim bir yemeğe davetliyim sürekli. Zaman benimle beraber hızlanıp yavaşlıyor. Ne kadar acele etsem, olmuyor. Boş tabaklara bakakalıyorum. Midemin olduğu yerde lacivert bir gökyüzü var. Geceleri vücudumun ortasında kocaman bir boşlukla rüyalarda dolaşıyorum. Ellerimi boşlukta yaktığım ateşte ısıtıyorum. İçimde geç kalarak  öldürdüğüm binlerce ihtimalin yüzü var. Gitmeyerek küstürdüğüm güzel zamanların çağrıları. Biliyorum olmadığım yerlerde birilerinin beni aradığını.

Belki mutluluk, geçtiğim bir kaldırımın taşındaydı. Bastım üzerine belki. Belki iyileşmez yerlerinden kırdım. Belki mutluluk ve ben, geniş bir çemberin üzerinde aynı yöne koşuyor ama bir türlü yetişemiyorduk birbirimize. Ya da öyle hızlı çarpışıyorduk ki, birbirimizin içinden geçiyorduk fark etmeden. Anlık gülümsemeler takılıyor ağzıma bazen. Çürüyen bir ciklet gibi kötüleşiyor tatları zamanla, çıkarıp atıyorum. Yoruluyorum zaman zaman. Gökyüzünde bir uçağın bıraktığı iz gibi duruyorum. Sonra bir tende bırakılmış bıçak izi oluyorum. Tatlı tatlı kaşınırken, birden tırnağım takılıyor. Kanıyorum. O zamanlarda çember çözülüyor, sonsuzluğa uzanan dümdüz bir çizgi oluyor. Mutluluk geçip gidiyor yanımdan hızla. Ona asla yetişemeyeceğimi anlıyorum.