26 Şubat 2013 Salı

Nereye?

Bu geçen günler nereye gidiyor? 

Bir yerde birikiyor, üst üste yığılıyor olmalılar. Kimileri daha ağır kimileri yokmuşcasına hafif. Bir konser mekanı vestiyerindeki paltolar gibi; üst üste, omuz omuza askılara asılıyorlar mıdır? Her şey bitince gidip oradan istediğimiz birini alıp, giyebilecek miyiz üzerimize? En çok sevdiğimiz birini, bir hayatmış gibi yaşayabilecek miyiz? Zaten tek bir günün tekrarı gibi geçen ömürlerimiz için, bize en çok yakışanı seçebilecek miyiz? Hangini denesek üzerimize tam oturacak, tam da o ana uyacak mı renkleri? Bilemiyorum. Kıymetini bilemeden eskittiğimiz bazılarını, birileri bizden önce giyip gidecek belki.


Peki uyuyunca insanlar nereye gidiyor? 

Ansızın birini uyandırdığınızda yüzünde başka bir yerden o an oraya düşmüş gibi bir ifade oluyor ya. Yattığımız yerde olmuyoruz bence geceleri. Belki tüm insanlık toplanıp gündüz yapamadığımız her şeyi yaptığımız inanılmaz zamanlar yaşıyoruz. Belki uyanıkken olduğundan çok daha güzel hayatları uykuda yaşıyoruz diye bu kadar seviyoruz uyumayı. Sabah niye beş dakika daha uyumak için kıvrandığımızı düşünün. Uyku alemindeki işlerimizi toparlamaya çalışıyor olamaz mıyız o ertelenen beş dakikalık alarmlarda? Vücudumuzun yorgun numarası yapıp bizi erkenden rüyaların kollarına yuvarladığı gecelerin sebebi bu olmasın sakın! Sabahları çok mutsuz uyanan insanların daha çok sevdikleri hayatlarından kopup geldiklerine inanıyorum. Zaten böyle bir şeyler dönüyor olmasa o tarafta, uykuda yaşanan uykuda kalır, uyanınca da hiçbir şey hatırlayamazsınız, hatırlasanız da beş dakikaya unutursunuz kuralı olmazdı.


Tüm gün gördüğümüz her şeye ne oluyor peki gün bitince?

Bu kadar şeyi görüp, duyup sonra unutuyor olamayız herhalde. Gördüğümüz milyonlarca kare fotoğraf bir şekilde aklımıza kazınıyor olmalı. Yaptığımız konuşmaları hiç mi hatırlamıyoruz üzerinden birkaç gün geçince? Tanıştığımız yüzleri? Hatırlamıyoruz.
Olduğu şekliyle hatırlamıyoruz ya da. Bir yerde duyduğunuz şarkının hangi filmin sonunda çaldığını kaç defa yanlış iddia ettiniz? Yüz kere yanlış yazıp düzeltip, bir sonraki sefere yine yanlış yazdığınız bir adres yok mu? Kaç kere yeni tanıştığınız birinin adını yanlış ezberleyip, ömür boyu o isimle hatırladınız? Bunlar hep tesadüf olamaz bence. O yanlış söyleyip durduğunuz isim, size gerçekte kimi anımsatıyor düşünmek lazım. Geçmişten tanıdığınız biriyle yeniden ve yeni baştan tanışmak, bembeyaz bir sayfa açmak istiyor olmayasınız? Ya da o filmde o şarkı çalarken siz kendinizi baş roldeki kızın yerine koyup aşık olmuş? Yanlış adreslerde kaybolmuş mektuplar yazmış olmayasınız bir zamanında hayatınızın?

Beraber yaşadığımız olayları en yakın arkadaşımızla bile aynı şekilde hatırlamıyoruz. Akıl da kalp de hep oyun oynuyor bize. Nasıl bir anı olarak hatırlamak isterse öyle kaydediyor geçen zamanları. Kötü anıları bir süre sonra gülümseyerek hatırlamanın başka mantıklı bir açıklaması olamaz. Çekilen tüm acıya rağmen eski aşkları özlemenin ya da. Sabahlara kadar çalışmaktan uyumadığımız, parasızlıktan süründüğümüz, sınav stresinin saçlarımızı beyazlattığı öğrencilik günlerini neden özlüyoruz? Orada, gençlikle, rahatlıkla ilgili şeyler kaydedilmiş aklımıza. Ne zaman anımsasak, gerçeğin, üzerinde oynanmış bir görüntüsünü görüyoruz. Belki o anları değil, o anı yaşayan kendimizi özlüyoruz. Henüz hırpalanmamış hayallerimizi, taze yüzlerimizi, hiç kırılmamış kalplerimizi özlüyoruz. Belki birini özlediğimizde de aslında onu değil onunlayken yaşadığımız mutluluğu özlüyoruz. Elimizi tuttuğunda içimizde koşmaya başlayan atları, mevsimsiz çiçek açan ağaçları, davetsiz gelen bahar yağmurlarını özlüyoruz.
Gerçekte ne hissettiğini bilmesi ne zor insanın. Aslında neyi özlediğini çözmesi imkansız.


Tüm bu sorular nereden geliyor peki aklıma?

Karanlık havalardan sıkılmış, elimde bir çomakla aklımı karıştırıyor olmayayım ben bu günlerde? Sorular, sordukça artıp beni boğuyor olmasın.