Mutfağa her gidişimde durup bakıyorum. Şu an ne yapıyorlar, diye düşünüyorum. Işıkların sönük olduğu geceler, neredeler, diye merak ediyorum. Karşı karşıya pencerelerimiz. Limon bitse evde, pencereden uzatabiliriz. Yapmıyoruz. Çok yakın olabiliriz birbirimize. Olmuyoruz. Mümkün olduğunca birbirimize bakmıyoruz. Bazen birbirimizin aynası oluyoruz. Aynı anda bulaşıkları yıkamaya başlıyoruz. Ben hep ondan önce bitiriyorum. Ellerimi kurulayıp pencereyi kapatırken göz göze geliyoruz. İkimiz de yorgunuz. Gülümsüyoruz. İyi geceler diliyoruz. Ben apartman boşluğunu ona emanet edip yatmaya gidiyorum.
Yatınca bir süre daha su sesleri duyuyorum. Tabak tıngırtıları. Çatal şıngırtıları. Sonra buzdolabını açıp, elmalar portakallar çıkarıyor. Yıkıyor uzun uzun. Melamin bir tepsiye koyuyor meyve tabağını. Aslında hiçbir şeyi kesemeyen kahverengi saplı meyve bıçaklarından var elinde. Kapatıyor ışığı. Salona gidiyor. Tepsiyi kucağına alıp tek kişilik kadife koltuğa oturuyor. Maç izliyor o sırada adam. Kadın bir yandan meyve soyuyor, bir yandan maç özetlerini izliyor. Ya da adamın göremediği başka bir ekrana dikiyor gözlerini. Bilemiyoruz. Portakalları halka halka kesiyor. Upuzun soyuyor elmanın kabuklarını. O kadar uzun ki bir ucu gelip ayaklarıma dolanıyor. Kalkıyorum.
Biri yarına yemek pişiriyor olmalı bu geç saatte. Kavrulmuş soğan kokuyor tüm dünya. Mutfak penceresini açıyorum. Koku içeriye giriyor mu, dışarıya çıkıyor mu belli değil. Karşısı karanlık ve sessiz. Açık pencereden karşı mutfağa bakıyorum. Birinin iç organlarına açıp bakmak gibi bir evin mutfağına bakmak. Kurutulmuş biberlere, reçel kavanozlarına, sıra sıra dizilmiş her boy börek tepsilerine bakıyorum. Kendi mutfağım plastik meyveler gibi. Tatsız tuzsuz. Diyet bisküviler gibi. Hastane yemekleri gibi. Çok zayıf çocuklar gibi. Sevimsiz. İçinde yaşanmadığı her halinden belli.
Kafamı uzatıp apartman boşluğuna bakmaya çalışıyorum. Aşağısı dibi görünmeyen bir kuyu. Dibinde neler var, diye düşünüyorum. İnsanın bildiğini bilmediği şeyler aklın neresinde saklanıyorsa, orası gibi bir yer. Unutmaya çalıştığımız insanlar neresindeyse kalbimizin ya da, aynen orası. Kara delik bu. Girişi yok çıkışı yok. Baca gibi aynı zamanda. Apartmandaki tüm hayatları içinden geçiriyor. Hepimizin yediğini, içtiğini, söylediğini hemen ötekilere yetiştiriyor. Dedikoducu bir komşu. Çok da sevilmeyen bir akraba gibi. Eğilip bakmasam, göz göze gelmesek, çok da karşılaşmasak ne iyi. Aşağıdan bebek ağlayışı geliyor. Bir çocuk flüt çalıyor odalardan birinde. Bu saattte hala yemek yiyenler var. Kocaman bir ev gibi beraber yaşıyoruz boşluk sayesinde.
Kadın tam o an ışığı yakıyor. Elindeki meyve kabuklarını çöpe döküyor. Tepsiyi yıkayıp, bulaşıklığa dayıyor. Durup bakıyor mutfağa uzun uzun. Buzdolabına doğru yaklaşıyor. Kapağını açmaya yelteniyor. Vazgeçiyor. Oturuyor küçük masanın yanındaki taburelerden birine. Ocağın yanından çakmağı alıyor. Bir sigara yakıyor. Ne kadar dalgın. Beni fark etmiyor. Üst katta kavrulan soğandan gözleri yaşarıyor. Elini çenesine dayayıp usul usul ağlıyor. Kapatıyorum camı sessizce. Sigaranın dumanı içimizi dağlıyor.