25 Eylül 2011 Pazar

O, benim.

Beni benimle bırak giderken diye şarkı var ya, sen ona aldırma. Gidiyorsan eğer ve gerçekten bu kez, beni de götür. Götür ki; ikimiz de hayatlarımızı birbirimizin yerine başkalarını koyarak da mutlu olabileceğimize kendimizi inandırmaya çalışarak harcamayalım, dedim. Dinlemedin.


Hayatta attığın her adımda ayağının takıldığı bir taş var ya, o, benim. İçinde çırpınan kuşlar var bazı geceler, uçacak gökyüzü bulamıyorlar kendilerine, o kuşlar benim. Aniden uyanıp evden gelen tıkırtıları duyuyosun ya, sanki biri evde dolaşıyormuş gibi, evet, benim. Bazı sabahlar çok zor uyanmak senin için, yüzündekileri yastık izi sanıyorsun, aslında o izler benim. Bazen uyandığında bir rüya gördüm ama hatırlamıyorum diyorsun ya, o rüya benim. Cumartesi gecelerinin en mutlu anında, birden her şeyi bırakıp eve dönmek, yatağına yatıp hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorsun bazen. Bir anlam veremiyorsun ya bu duruma, sebebi benim. Rakı sofralarında biraz oturunca, peynirle kavunun son dilimlerinin yendiği sıralarda, birden kendini bir ipin üzerinde yürürken buluyorsun. Bir yanı kopkoyu bir karanlık ipin, bir yanı sonsuz bir mutluluk. Öyle bir an ki bu, düşemiyorsun bile. Araftasın. Ne kadar korku varsa içinde toplanıp geliyorlar. Hangi tarafa düştüğün farketmez; biri arkandan gelip itiyor ya usulca seni, işte o, benim.


Hayatta bir yere koyup sonra bulamadığın her şey benim. Düşürdüm sandığın paralar, kaybettiğin anahtarlar, sabahın beşinde yataktan kalkıp içtiğin sigaralar, şöyle bir bakıp, buruşturup attığın kağıtlar, yarıda bıraktığın kitaplar, gülmediğin fıkralar, damağını yakan çaylar, çıkarken almayı unuttuğun hırkalar, ayağını vuran ayakkabılar ve artık aklına bile gelmeyen anılar, hepsi çekmecemdeler benim.


Gözümün içine baktığın halde beni göremiyorsun. Oysa kafanı çevirsen; vicdanının kapkaranlık dehlizlerindeyim.