Bir hüzün var.
Üzerine doğru koşan bir köpekten kaçar gibi, arkasına bakmadan gitmek istiyor. Nefesi öyle kesik kesik, aldığı oksijen ciğerlerine gitmeden yok oluyor. Biten şarkıları başa alıp, tekrar tekrar dinliyor. Filmlerde son yazısı çıktığı an, tekrar izlemeye başlıyor. Çizgi film karakterleri gibi aynı kıyafetle dolaşmak, yıllarca aynı çarşafta uyumak, aynı cam bardaktan su içmek istiyor. Bu yüzden üzerindeki pijamalar biraz ter kokuyor. Kültablaları sigara izmaritleriyle dolup taşıyor. Meyve desenli naylon masa örtüsünün üzerinde bisküvi kırıkları, çekirdekleriyle aynı tabakta sıcaktan pörsümüş kayısılar, içinde sandviç yenmiş bir kayık tabak yan yana duruyorlar. Biraz sonra hepsi konuşmaya başlayacak dense, inanırsınız, öyle kişilikli bir duruşları var. Şarj aletinin ucu boş kablosu masanın fişe yakın tarafında, uzaktan onları izliyor. Koltuğun önündeki büyük sehpada, televizyonun üst rafında, açık pencerenin önünde, oda kapısına yaslanmış dikilen, komodinde biriken kitaplar; üst üste dizili. Biraz dikkatli okusa, aradığı sorunun cevabı birinin içinde, altı çizili halde bulunacak, emin. Sadece henüz gelemediği sayfaları okumaya ömrü yetecek mi, kestiremiyor. Hepsinin içinde, içindeki insanlar bir yere kaybolmasın diye tutturulmuş kitap ayraçları. Aralarına sıkıştırılmış kağıtlarda binlerce not, sessizce, kimbilir ne zaman, gelecek bir anı bekliyorlar.
Hayatın hiçbir yere varmayan ama bir an bile de durmayan akışından yorgun. Elinde dedesinden kalma bir antika saat. Pilleri çıkarılmış. Aklına estikçe akrebiyle yelkovanını istediği sayının üzerine koyuyor. Belki dünyanın en acayip meydan okuması. Tam gün batarken, eğer canı isterse, saat birden sabahı vuruyor. İşte, diyor ışıkların hepsini yakıp, bakın, yeni bir gün doğuyor. Sonra oturulmaktan eprimiş kadife koltuğun aynı köşesine oturuyor, kucağında üzerine sert iplikle tavuskuşları işlenmiş bir dantel yastık. Bakıyor. Yeni olan hiçbir şey yok.
Bir hüzün var.
Ne kadar kaçsa saklanamadığı, haykırdıkça sesini boğan bir sis. En buldum sandığı anlarda ellerinden kayıp giden, tutamadığı bir tutam sevinç. Sessiz sedasız oturduğu nehrin dibinde en beklemediği anlarda onu yerinden oynatan bir his. Yüzüne vurdukça kendini pençesinden kurtaramadığı, içinde dönerek nefessiz kaldığı dalga dalga bir hınç. Savaştıkça daha derine batacağını bildiğinden kendini bırakıvermiş akışa. Boğulacaksa boğulacak. Dördüncü kez izlediği filmin sonunda kız ölünce yine de hala ağlıyor. Bitmemiş henüz içindeki acı tat.
Bir hüzün var.
Peşinde. Şimdi birkaç adım ötesinde; uysallaşmış, yorulmuş bir hüzün. Biri gelip başını okşasa, kuyruğunu yere indirecek kesin.