24 Ekim 2015 Cumartesi

Varlığı yokluğundan fazla olanlar.

Her gece açıp bir başka fotoğrafına bakıyorum. Ya da günün içinde daha önce hiç görmediğim bir tanesini buluyorum.
Hiçbir yerinde olmadığım milyonlarca kare fotoğraf çektirmişsin. Çektirdiğin yetmemiş.
Her geçişimde mutlaka bakacağımı bildiğin o ayakkabıcının vitrinine, az topuklu bordo ayakkabının hemen yanına bir boy fotoğrafını iliştirmişsin. Her çarşamba gittiğimiz sinemanın kafesindeki kadife perdelere benden sonraki sevgilinin profilden bir portresini iğnelemişsin. Rakının en berrak olduğu o deniz kıyısı meyhanenin menüsüne çakırkeyif olduğunun besbelli olduğu bir pozunu eklemişsin. Ne kadar keskin kalem traşım varsa jiletine bir tane mühürlemişsin. Silgilerin hamuruna karıştırmışsın çaktırmadan. Yanlış bir yazıyı silerken masanın üzerine dağılsınlar istemişsin. Sarhoşken yürüdüğüm kaldırım taşlarına ayrı, birden kenarına çökmek istediğim mahalle arası dar sokaklardaki çatlamış betona ayrı ayrı siyah beyaz fotoğraflar gizlemişsin. Birinde bile ben yokum. Kahve makinasına su eklerken bir bakıyorum su haznesindeki  çatlaktan sızıyorlar. Bayat ekmekleri kızartalım diyorum kardeşime, dilimlerden önce aceleyle çekildiği belli bir vesikalık fotoğrafın ateşte bronzlaşıyor. Yok artık, diyorum. Alıp biraz rahatlasın diye hızlı buz yapan bölmesine koyuyorum dolabın. Temizlik yaparken süpürge iyi çekmiyor, sapındaki parçaları teker teker söküp içlerine bakıyorum. Birer dürbüne dönüşüyorlar. Hayal gücünün derinliği karşısında tökezliyorum. Mutfaktaki sandalyeye oturup bir bir içlerine bakıyorum. Upuzun metal sapın her parçasına birer çocukluk fotoğrafını saklamışsın. Baktıkça mavi bir leğenin içindeki tombul kollu senden bir sedirin yanında dikildiğin yeşilli mavili kalın kazaklı sana kadar bütün çocukluğunda geziniyorum. Oysa o yaştaki çocuk hallerini ben hiç görmedim, tanıyamamam gerekir. Oysa tanıyorum. Dudak kıvrımların zerre kadar değişmemiş. Yüzündeki çukurlar ve düzlükler hala yerli yerinde. Çocuk sevincin eksilmiş şimdi yüzünden ama büyüdük sonuçta; nedenini anlayabiliyorum. Bırakıyorum tozlar özgürce uçuşsunlar diledikleri yerde. Bir sabah canım çikolatalı kek isteyerek uyanıyorum. Kek yapmak iyi bir çıpıcıysan zor değil. Ben öyleyim. Her şeyi birbirinin içinde, onlar bile ne olduklarını hatırlayamayana kadar karıştırma işinde madalyalarım var. Çırpıyorum. Yumurta beyazları şekerle öyle bir köpürüyorlar ki kendimi bir okyanus kıyısında kıyıya vuran dalgaların içinde sanıyorum. Ayaklarım ürperiyor. Kafamı çevirip kasenin içine baktığımda, yok, artık şaşırmıyorum, mermere oyulmuş bir suratsın, gülümsüyorsun. Mermer olduğundan yanak kasların acımış olmalı gülümserken. Acımasız bir gün herhalde, sana aldırış etmeden ağzın olacak boşluktan içine bir kase erimiş çikolatatayı boşaltıyorum. Pişiyorsun. Hitler'den bu yana benim kadar soğuk kanlısı görülmemiştir. Afiyetle yiyorum gözünün tam üzerine denk geldiği irice bir dilimi. Çöpü çıkardığım akşamlar dünyanın en çirkin kedilerinden biri ağzında ikimizin olduğu bir fotoğrafla önümden geçiyor. Deniz kıyısındaki bir yürüyüşte martının teki ayağında sıkı sıkı tuttuğu bir pozu tam önüme bırakıp kahkahalar atıyor. Sen ve kalabalık bir grup loş bir masanın etrafında bir şeyler kutluyorsunuz. Martıları sevemiyorum. Başkalarıyla çok eğlendiğin geceleri, başkalarına gülümsemiş, bir başkasına kelime oyunları yapmış olma olasılığını da, gece eve yalnız dönmeme, dönsen bile aklının küçücük bir parçasını o masadaki birinde bırakmış olma ihtimalini de sevmiyorum. Geceleri hep aynı koltukta oturduğun hayal bir bakıma daha az acıtıcı. Ve ne kadar bencilce. Çünkü öyleyim. Ve bunu da pek sevmiyorum. Eve yağmur kokusu dolsun diye açtığım pencere camında damlalar çoktan birikip seni resmetmiş oluyor. Kalabalıklara yüksek bir kuleden her bakışımda ya isminin baş harfini ya da seni işaret eden bir ok görüyorum. Uzun yolculuklarda cam kenarı biletler alamaz oldum. Hızla yanından geçtiğim manzaralarda ya sırtını dönmüş denize bakıyor ya bir tarlada ayçiçeği biçiyor ya da dinlenme tesisinde çoktan acımış bir bardak çay içiyorsun. O kadar kurnazsın ki bana döndüğün an yüzünü başka birininkiyle değiştirmeyi başarıyorsun. 
Şaşırtmıyorsun.
Yalnızca yoksun.