28 Ağustos 2012 Salı

Kambur

Benim olamadığım çok şey var.

İsteyip yapamadığım şeyler, gitmek isterken kalakaldığım yerler var. Elimden kayıp giderken tutamadıklarım var. Sımsıkı sarılamadıklarım, elini bırakamadıklarım, dudaklarını öpemediklerim var. Ne yapsam olduramayıp yine de vazgeçemediklerim var. Adresini bulamayan mektuplar gibi, dönüp dolaşıp çaldığım yanlış kapılar var. Her gece hem korkudan hem de dönenler hala aynı yerde onları beklediğimi anlasınlar diye, açık bıraktığım ışıklar var. İçinden her sabah hızla geçtiğim dar, karanlık koridorlar var. Koridorun sonuna ulaşamadığım günler var. O günlerin sivri uçlarını iyice bileyip içime sapladığım zamanlar var. Parmak izleriyle örselenmiş bir kalbim var. Benim çok ince bir derim ve dünyada çok hoyrat eller var. Bu yüzden vücudumda bir gün birleşip gizli bir yerin haritası olacak yara izleri var. Öyle bir yer ki, orada olsam kesin beni bekleyen çok güzel günler var.

Cumayı bekleyerek eskittiğim perşembeler, kullanmadan attığım pazar öğleden sonraları var. Soğuk yarısını hiç ısıtamadığım iki kişilik bir yatağım var. Yemek masasında daha hiç oturmadığım sandalyeler var. Televizyonun bir kez bile izlemediğim kanalları. Etiketiyle dolapta duran kazaklarım var. Kapağını açmadığım not defterlerim, kendi kendine kuruyan dolma kalemlerim var. Mevsimi gelip geçerken yemediğim meyveler var bu sene. Neden diye sordukça eskiyen cevaplar var dilimin ucunda. Kimselere anlatamadıklarım bir kambur omuzlarımda. Oysa yaşamaya başlasam, biliyorum, çok çabuk geçecek bir ömür var.

Günler koşuyor, diyen bir anneannem var. Bugün onun torunu olduğum ne kadar aşikar. İkimizin de sıkıştığı delikler birbirinden dar.  Zaman dursun, diye bir yere kımıldamadan nefesimizi tuttuğumuz anlar bunlar. İkimizi teraziye koysan, ne bana ne ona doğru bir milim kıpırdar.

Olamadığımız tüm o şeyler, ömür boyu boğazıma sarılıp bizi boğacak olanlar.