Uyandı. Üzerindeki battaniyeyi attı. Terlemişti. Doğruldu. Boynu ağrıyordu. Televizyonu kapattı. Boynunu ovalarken gidip pencerenin önünde dikildi. Yalnızca sokak lambalarının uyanık olduğu sokağa baktı. Yerler ıslaktı. O uyurken yağmur yağmış olmalıydı. Saate baktı. Sabaha az kalmıştı. Işıkları kapatıp karanlık koridordan geçti. Yattı. O kadar yorulmuştu ki, hemen uykuya daldı.
Ben şimdi hiç yok muyum senin için, dedi adam. Kızgın değildi. Kelimeleri ağır değildi. Amacı kırmak değildi. Ayakları yere değmeden bir bankta oturmuş, ağaçları izliyordu. Tüy gibi hafif bir rüzgar esiyordu arada. Yapraklar dallarına tutunmuş sallanıyorlardı. Yemyeşillerdi. Neşelilerdi. Düşmezlerdi. Rüzgarın amacı onları kırmak değildi. İnsanlar uyuyunca nereye giderse oraya gittin, dedi kadın. Hep yanımdasın ama dokunmak istesem paramparçasın. Adam gözlerini ağaçlara dikti. Uzun uzun baktı. Girmesine izin verilmeyen toprak parçasıydı artık kadın. Kalacak yeri yoktu. Gidecek yeri yoktu. Kimsesiz bir yolcu gibiydi tren garında. Bekleyeni yoktu. Özleyeni yoktu. Ben dedi, gidip uyandırayım artık seni, işe geç kalacaksın. Yerden bir salyangoz alıp kızın saçlarına taktı. Gülümseyince yüzü dolunaydı.
Koşarak çıktı kadın evden. Saçlarını yolda topladı. Paltosunun önünü iliklerken kaldırıma ayağı takıldı. Tökezledi ama düşmedi. Koştukça otobüs durakları ondan uzaklaştı. Ne kadar binmeyeceği otobüs varsa önünde sıralandı. Yollar kalabalıklaştı. Son anda yetişti otobüse. Cam kenarında boş yer bile vardı. Başını dayadı cama. Camda gördüğü yüze baktı. Gözaltları nasıl da halka halkaydı. Göz kapakları düştü otobüs ısındıkça. Direndi. Kafası sağa sola düştü uyukladıkça. Ne kadar zordu ama uyumayacaktı.
Uyandı. Uzun uzun tavana baktı. Baş ucundaki gece lambasını kapattı. Sağa döndü. Adam tam oradaydı. Yaklaştı. Adam derin bir uykudan ona kollarını uzattı. Tüm bunlar çok saçma, dedi. Sarıldı. Hayaliyle uyumaktansa bütün gece, sabah onunla uyanmak daha kolaydı.