Ellerini göğe açmış, yalvarıyordu. Hepimiz içimizden onunla aynı duayı ediyorduk. Aynı gözlerle bakıyorduk yukarıya. Üstümüze yapış yapış bir karanlık dökülüyordu. Susuyorduk. Sözcükler uzaklardan geçen bir tren katarı gibi diziliyordu boğazımıza. Durmuyor, geçip gidiyorlardı. Yetmiyorlardı. Anlamsızlardı. Ne yapsalar bir iç çekişin yerini dolduramayacaklarını bildiklerinden köşelerinde oturuyorlardı sessizce. Bitmiyorlardı. Hislerimizin gölgeleriydiler ve ancak bir gölge kadar anlamlıydılar.
Söyleyemediğimiz kelimelerden organlar oluşuyordu içimizde her nefeste. İç organlarımız büyüyor büyüyor, içimize sığmamaya başlayıp, bizi sıkıştırıyorlardı. Derisine sığamayan yılanlar gibi, delip çıkmak istiyorduk içinden bedenlerimizin. Yapamıyorduk. Ceketlerimizi çıkarıyor, kravatlarımızı gevşetiyor, gömleklerimizin kollarını kıvırıyorduk zaman geçtikçe. Gidip buzdolabını açıyor, uzun uzun dikiliyorduk önünde. Yaşamda bulamadığımız ne varsa içinde arıyorduk. Bulamayıp, kapatıyorduk. Kitapları açıp kapatıyorduk. Televizyonu açıp, biraz bakıp kapatıyorduk. Evin, işin, arabanın, asansörün kapılarını açıp kapatıyorduk. Bir tek kendi sesimizi açamıyor, O'nunkini kapatamıyorduk.
Ellerini göğe açmış, yalvarıyordu. Nefes almak için bile susmuyordu. Vahşi bir kabilenin reisi gibi göklerdeki Tanrılarla konuşuyordu. Yaşanmamış hayatların, kurulmamış hayallerin, erkene kurulmuş saatlerin hesabını soruyordu. Sesi bazen karşımızdaki dağlardan yankılanıp yüzümüze çarpıyordu. Bazen harfler ufacık oluyor, karıncalar bile duyamıyordu. Durmuyordu. Konuştukça yüzü çöküyor, boyu bir kısalıp bir uzuyordu. Nihayet güneş elini gecenin karanlığına uzattığında rüzgar çıktı. Bize sivri uçlu oklar sapladı, O'nu paramparça etti. Gözleri kaldı yalnızca. Uzaklara sabitlenmiş bakışlarını alıp cebime koydum.
Hepimiz kanıyorduk, toprak içiyordu. Birazını içiyor, çoğunu kusuyordu. Kustukça rüzgar hızlanıyor, her yer sarsılıyordu. O'nunla beraber bakıyorduk şimdi. Yıkıntıların içindeki dünyayı arıyorduk. Boğanın boynuzlarında asılı duran hayatlarımıza bakıyorduk. Baktıkça daha da çok kanıyorduk.
Hepimiz vicdanlarımızdan vurulmuştuk.