6 Ekim 2015 Salı

Gidilmemiş yerler atlası-19/ Köpek

Köpek kaldırımdaki hiçbir çizgiye basmak istemiyor. Bu yüzden kafasını yerden bir an olsun kaldırmadan atıyor adımlarını. Gözü yerde, yürüyüşü sahilde sıralanmış banklara nizami. Önüne çıkan şeyler yürüyüşünün hızını düşüremiyor. Ritmini de bozamıyor. Oysa yoluna onu durdurmak istercesine sürekli başka bir şey çıkıyor. Paten kayan kız zikzaklar çizerek tam önünde gidiyor. Kızıl saçları durmadan sağa sola savruluyor, ne tarafa düşeceğini tahmin etmek güç. Onun önünde yaşlı bir kadın. Salyangoz hızıyla adım atan, üç beş adımda bir durup denize doğru bakan kadının uzun eteğine sürtünerek geçiyor ama kadın fark etmiyor. Dünyada olup bitenden yüzlerce yıl uzakta gibi bir hali var. Bu hali köpeğin hiç umurunda değil. Bankta tek başına oturmuş uzaklara bakan orta yaşlı adamın bugün işten çıkarılmış olması ve eve nasıl gideceğini kara kara düşünüyor olması da öyle. Yeni yürümeye başlayan oğlan çocuğunun kumsaldaki kumlardan bir avuç alıp ağzına atmasını da dert etmiyor. Çocuk da dert etmiyor. Köpeğe doğru bakıp neşeyle gülüyor. Çocuğun annesi biraz dalgın bu akşam. Kalbi kırık. Ne köpeği ne de oğlunun ağzına attığı kumları görüyor. Köpek sadece onlara değil, bardakta mısır satan çingene kadının ayağındaki renkli terliklere, telefonda olduğu yeri birine olanca sesiyle bağıra bağıra tarif eden midye dolmacı çocuğa, bayat kabak çekirdeklerini, leblebileri ve fıstıkları doldurduğu küçük kese kağıtlarını sıraladığı tahta tablasını kucağında tutan yaşlı adama da bakmıyor. Hiçbir şeyle ilgilenmiyor. Belli ki bir yere yetişmeye çalışıyor. Günün battığı düşünülürse belki de komşuları tarafından davet edildiği bir akşam yemeğine yetişme telaşındadır. Karısı hazırlanmış onu bekliyordur, beklerken pencereden yavaşça kararan sokağa bakıp sigara üzerine sigara yakıyor, kitaplığın rafındaki brendi şişesini alıp elinde birkaç tur çeviriyor, ağzına kadar doldurduğu kadehi bir dikişte bitiriyordur diye endişeli. Geç kaldığı her seferden nasıl olup da kadının artık onu daha az sevdiği sonucunu çıkardığını hiç anlayamıyor. Gözlerindeki hayal kırıklığını gördükçe keşke gelirken bir arabanın altında kalsaydım diye düşünüyor. O kadar. 

Güneş tüm göğü insanın gündüzleri hiçbir yerde karşılaşamayacağı kadar güzel renklere boğarak üzerimizden geçip gidiyor. Köpek koşmaya başlıyor. Artık benden çok uzakta. Sahilin sonundan ne tarafa saptığını göremiyorum. Koştukça önündeki insanlar kenarlara çekilerek yolu açtıklarından gittiği izi takip edebiliyorum yalnızca. O geçtikten sonra kalabalık kapanıyor. Birkaç an sonra herkes köpeği unutuyor. Köpek adeta yok oluyor. Geriye tek bir iz kalmıyor varlığından. Yüzünü düşünüyorum. Kocaman gözlerindeki kahverengi bakışı. Apaçık hüzün bu. Hiçbir yere davetli değil. Aç büyük ihtimalle. Çöp tenekelerini deviriyorlar bazı geceler mahallenin diğer köpekleriyle güçlerini birleştirip. Çöp tenekelerinin yanlarına bırakılmış çöp poşetlerini burunlarını içlerine sokarak delik deşik ediyorlar. İçlerinden yalnızca akşam yemeklerinde tabaklarını bitirmeyen sıska ilkokul çocuklarından artanlar çıkıyor çoğu zaman. Alacalı patlıcanların ve tarla domateslerinin kalın kabukları, haşlanmış tavuk kemikleri, soyulmuş yumurtaların kabukları, zeytin çekirdekleri çıkıyor en çok. Bazıları çok sıkı bağlamış oluyor çöpünün ağzını. Açılmayan poşetleri altından delince içlerinden kilolarca üzüm sapı çıkıyor. Aynı adanın buğusunu taşıyan mor üzümlerin boy boy iskeletleri. Üzümleri yenmiş salkımlar kuruyunca iyice sertleşiyor, damaklarına batıyor. Bazılarındaki incir kabukları, şeftali çekirdekleri çok beklemiş oluyor evde. Kokularından yanlarına yaklaşılmıyor, patileriyle biraz sağa sola yuvarlayıp bırakıyorlar. Kuru ekmekler çıkıyor bazı poşetlerin dibinden. Ağızlarında biraz çevirip yutuyorlar. Doymuyorlar. Zaten doymanın ne olduğunu bilmiyorlar. Kaldırım kenarlarında biriken yağmur sularını içiyorlar. Beraber devirdikleri çöp tenekelerinden çıkanları kaşla göz arasında cüsselerine göre paylaşıp, çekildikleri köşelerde tek başlarına ve sessizce yiyorlar. Bir araya geldikleri gibi teklifsiz ve sualsiz, ayrılıyorlar. Her biri bir bekleyeni varmış gibi telaşlı adımlarla, başka bir yöne doğru çeviriyor rotasını. İçlerinden bir tanesi mutlaka yolun karşısına geçmek istiyor. Duyulmayan bir ses onu çağırdığından mı yoksa kimseye anlatıp da ortak çıkarmak istemediği bir saadet kaynağı mı var orada, bilinmiyor. Israrla bekliyor geçen arabaları. Gözleri farlardan kısılmış halde yolun kenarında dikiliyor. Arada bir durup havlıyor. Geçmeye karar veriyor heyecanla. Kararsız kalıyor bazen. Hep korkuyor. Yaklaşan ne olursa olsun ona doğru, önce irkiliyor. 

Köpekler neye benzediklerini bilmezler. Köpekler ne boyutta olduklarını dahi bilmezler. der Le Guin bir makalesinde. Bu yüzden kendilerine yaklaşan başka bir cisimle kıyaslayamazlar kendi büyüklüklerini. Bir çöp kamyonu onlardan büyük müdür, karşı kaldırımdan sinsice izleyen kediden büyük değil midir, emin olamaz. Tedirgin bir hayat. Evsiz yurtsuz. Hiçbir bekleyeni olmadan. Yarı aç yarı tok. Bu şekilde yaşayıp ölünen bir hayatın nasıl bir manası olacak diye düşünüyorum. Olmayacak. Biraz yaşanmış olunacak. Yoklukları varlıklarından hep biraz daha fazla. Kahverengi gözleri derin bir kederle bakacak. Uzak bir yerlere, yakın bir yerlere bakacak. Burunlarını her buldukları şeye dayayıp koklayacaklar. Acı çekip ölecekler. Kimse onları aramayacak. Yokluklarını fark eden dahi olmayacak. 

Geceleri çöpler devriliyor. Kulaklarım gecenin karanlığında bildikleri bir ses duymak isteyerek sessizliğe dalarlarken bir yerlerde köpekler havlıyor. Uluyor kimileri dolunaylı gecelerde. Kuytularda yatıyorlar. Çöp tenekesinin yanından geçerken çöpleri yine dağılmış buluyorum. Ayağa kalksa omuzlarıma gelecek olanlar en ufak sesten irkilip kaçıyorlar. Ne kadar anlatsam anlamıyorlar. Evlenin, çoluk çocuk yaşayın diyorum. Kimse dinlemiyor. Bir asilik bir tek tabanca yaşarımcılık. Yok efendim ben bilinmezliğe tutkunum lafları. Bir türlü bir yere kök salamamazlık. Yürüyerek dünyayı gezebileceğini düşünmeler. “Bir köpek tamamiyle basit bir ruh dediğiniz şeyden ibarettir,” diyen T.S. Eliot nasıl köpeklerle tanıştı bilmiyorum. Bir tek şey öğrendim köpeklerden, o da, yalnızlık. Köpek gibi sevmek diye bir şey pek de kalmadığından şimdi sokak köpekleri gibi yalnız olmak diye bir başka deyim dilimize yerleşebilir. 

Arrival of the birds çalıyor denizin ortasında. 
Gelen yok, kuşların hepsi göç yollarında bizi terk etme peşinde.