26 Ağustos 2015 Çarşamba

Gidilmemiş yerler atlası-12/ Bahadır'ın cebindeki mektup


Sevgili Bahadır,

Ayrılırken, beni bana bırak, kadar acıklı kaç cümle kurabilirsin? Sonunda bir kuş gibi ellerinden uçup gitmemi göze almak da erdem ama hiç sahip olmadan da sevebilir misin? Ne kadar sevebilirsin? Bileklerimi mesela ya da dirsek içlerimi, ne kadar içten öpebilirsin? Saç tellerime parmak uçların dikenli tellerle çevriliymiş gibi ihtiyatla dokunabilir misin? Gerçekten, yapabilir misin? Sarhoş olduğum bir gecede, ama kör kütük sarhoşluk diyorum, önümü göremez haldeyken, ne kadar şefkatle koluma girebilirsin? Hasta gecelerimin kaçında elin alnımda, için huzursuz, uykusuz, bir tahta iskemlede oturup gün doğsun diye başımda bekleyebilirsin? Kimsenin çare olamayacağı bir üzüntüye içim dağlanır gibi ağlarken, içine sokmak ister gibi sarılabilir misin? Yapamazsın gibi geliyor bana. İçinde deli divane uçan kuşlar, kafeslerini zorlayan vahşi hayvanlar var. Her gülümsemenin altında beni bir yerimden bıçaklayan bir hınç. İçten içe hep başka bir şeye gülüyor gibisin. Özlemiyorsun. Çok özledim dediğin zamanlarda bile ağzın çarpılıyor sağa doğru. Sözlerin inanılmaz. Söylediklerinin acayipliğinden değil de, nefesinde uçuşan bir şeylerden. Gözlerimin içine bakarken bile mükemmel yalanlar kurar gibisin kafanda. İnanamadığım kelimelerin olağanüstü yakışıklılar. İçimden her birinin ensesinden tutup uzun uzun öpmek geliyor. Ellerimi incecik çeperlerinde uzun uzun gezdirmek. Sonra tam bir ruh hastası gibi incecik boyunlarına sarılmak. Solukları yüzümdeyken bir an gözümü kırpmadan ümüklerini sıkmak. Her birini aynı nefretle, yavaş yavaş ve  tek tek öldürmek istiyorum. İşte onlar öyle kelimeler. Öyle kelimeler birleşip senden bana esiyorlar sabahları rüzgarla. Bir şey anlatıyorlar. Gözlerim dehşetle ve yerlerinden uğrayacakmış gibi açılıyor. Aşk böyle şey. Göz göre göre, ne desen inanıyorum.

Gözüm görmesin, diyorum şimdi seni soran biri olursa. Hemen arkasından yüzünü özlüyorum. Bunlar neredeyse aynı anda oluyor. Nasıl oluyor da aynı anda olabiliyor? İçimdeki yerler nasıl bu kadar arsız ve iflah olmazlar? Ne kadar anlatsan cebinde beş kuruş para olmadığını anlamayan çocuklar gibi baloncuların önünde yerlerde yuvarlanıyor, durmadan ağlıyorlar. Yok artık, gitti o, dedikten beş dakika sonra yine, nerede kaldı, hala gelmedi diye camın önüne oturup yoldan gelen geçene bakıyorlar seni görme ümidiyle. Her akşamüzeri sofrayı kurup, yolunu gözlüyorlar. Ne zaman baksam yoğurtlu köz patlıcanlarla şeker kavunlar mavi beyaz porselen kayık tabaklarda servise hazırlar. Göbek rakın dolapta soğuyor. Çok acılı mezelerin soğanları kokuyor sen gelmedikçe. Kokular her yeri sarıyor, dolaptaki yumurtalar rakı şişesinden kaçan anasondan sarhoş oluyor, kavunun suları tabağın dibinde birikiyor, zaman yavaşlıyor. Denizdeki dalgalar yepyeni dalgalarla yer değiştiriyor. Uykum gelip yatağa yattığımda, bu saatlerde nerelerde neler yapıyorsun diye meraktan ölüyorlar. Başka bir kadın kokusunda uyuyakalırsan diye akılları başlarından gidiyor. Kapının üst kilidini çevirirken umutlarını kaybeder gibi olup paniğe kapılıyorlar. Gelmeyecek, diye haykırıyorum apartmanın sessizliğine doğru, anlamıyor musunuz? Susuyorlar. Her şey susuyor. Mahallenin gürültücü köpek çetesinden Afrika ormanlarının ortasına doğru uçmaya başlamış göçmen kuşlara kadar, yaşayan ne varsa, susuyorlar. Bozuk musluğun kaçırdığı su damlasından döndükçe gıcırdayan yatak yaylarına, uykuda sıkılan dişlerden sinirlendikçe seğiren göz kapaklarına, her şey susuyor. Sessizlikte tek bir kalp atışı yok. Öldüm mü, diye aynada nefesimi kontrol ediyorum. Nabzıma bakıyorum bileğimi tutup. Bir şeyim yok, basbayağı yaşıyorum.

Oysa ikimiz de biliyoruz, gittiğinden beri yaşamıyorum.

Sevgiyle,
F.