4 Nisan 2018 Çarşamba

Yetmiyor


Aklını sürekli kökünün nerede olduğunu bilmediğin o şeyin dallarına doladıkça içindeki karanlık büyüyor. Sanıyorsun ki boş bir bank bulup denizin kıyısında tüm gün otursan mutlu olacaksın. Huzuru aklını boş bıraktığın anlar zannediyorsun. Oysa değil. Zihin sandığın gibi kanepede oturup sürekli değişen ekrana bakmakla rahatlamıyor. Konuşmaya devam ediyor. Yapmasaydın, diyor. Sen gittiğinde oldu bunlar, diyor. Tam orada o lafı söylemeseydin, bu iş buraya gelmezdi, diyor. Duvarları iki ton daha koyu renge boyamalıydın, bu kakülü bu kadar kısa kestirmemeliydin, o son dilim ekmeğe reçel sürüp yememeliydin. Özür dilemeliydin, peşinden gitmeliydin, kapıları kilitlemeliydin. Daha alımlı yürümeliydin, daha tutkulu öpmeli ve yalnızca gülümserken fotoğrafçılara poz vermeliydin. Susup boyun eğiyorsun. İçinde sen olmayan ama sana benzeyen biri konuşmaya devam ediyor. Sen sessiz kaldıkça onun sesi yükseliyor. Ürkek bir ceylan gibi göz göze gelmemek için biten dizi bölümünü hemen yenisiyle değiştiriyorsun. Gün ölüyor. İçine tohumlar atıp sulayacağına, çöpler atıp kirletiyorsun.

Aynaya bakmıyorsun. Kendini kurumuş bir dal, çatlamış bir kadeh, çürümüş bir elma gibi görmekten korkuyorsun. Soyununca içine doğru açılmış bir delik fark edersen diye günlerdir yıkanmıyorsun. Güneşli havalar yüzünü güldürmüyor. Parkelerin üzerinde toz topakları döne döne yuvarlanıyor. Saçlarının uçları kırık. Dişlerin kamaşıyor. Elinde bir türlü bitiremediğin kalın bir kitap. Arada kafanı kaldırıp dışarıya bakıyorsun. Sokakta tek bir hareket yok. Yalnızca kuşlar. Dönüp dönüp bir apartmanın yanındaki ağacın yeşillenen dallarına bir yolun karşısındaki evin bacasına konuyorlar. O kadar. Canları sıkılmıyor. Bir avuç canları var, sıkılmaya yetmiyor.

Bugün günlerden neydi diye düşünüyorsun. Bir günün daha üzerine basmadan diğerine atlıyorsun. Ses yok evde. Çıt çıkmıyor. Mutsuzluğuna bir isim koyamıyorsun. Uykulu gibisin. Oysa yeni doğmuş bebeklerden birazcık daha az uyuyorsun. Yüzünde yastık izleri. Ayağında yün çoraplar. Kapıdan çıkacak gibi sürekli koridora doğru yürüyorsun. Kendine yapacak bir iş icat etmek istiyorsun. Üzerinde eprimiş pijamalar. Dışarıda oturulacak tüm sandalyeler kapılmış. Yüzün incelmiş. Bir gizli düğme var içinde saklanan. Bulsan basıp açacaksın içinin kapağını. Bulamıyorsun. Bir avuç hevesin var, bulmaya yetmiyor.

Yoldan bir oğlanla bir kız geçiyor. Oğlan biraz göbekli ve gözlüklü. Kızın üç adım önünden yürüyor. Kız yokuşu zor çıkmış, hızlı hızlı nefes alıp veriyor. Oğlan dönüp kıza bakmıyor, elinden tutmuyor, arkasından azıcık itmiyor. Oğlan bu kızı sevmiyor. Kız bunu henüz bilmiyor. Cebinden bir lastik toka çıkarıp topluyor saçlarını. İkisinin aklında dünyanın bambaşka ezgileri. Çocuk ıslık çalmaya başlıyor.  Islığının arasında bir şey söylüyor. Ne dediğini duyamıyorsun. Kız kahkaha atıyor oğlana cevaben. Devasa bir şey. Öyle büyük ki havada yok olup gideceğine katılaşıp yokuştan aşağıya gürültüyle yuvarlanmaya başlıyor. Ev terliklerinle peşinden koşup, yakalamak istiyorsun. Sonra yakalasam ne yapacağım ki, diye düşünüyorsun. Suratın kaşık kadar. Küçücük gülümsemelere yer var, kahkahalara yetmiyor.