22 Ağustos 2016 Pazartesi

Sesinde

Telefon ahizesini elimde öyle sıkı tutuyorum ki, avucumun içi ter içinde kalıyor. Ne dediğini dinlemeyi birkaç dakika önce bıraktım. Benden cevap beklemediğini fark ettiğim an. Bıraktım konuşsun. 

Bazen istediğimiz insan duysun isteriz içimizden çıkan sesleri, o kadar. Onun da cevap vermesine lüzum olmayabilir. 
Bazen bu çok özlemekten olur. Ciğerlerimizin dar geldiği bir derinlikten su yüzüne çıktığımızda aldığımız büyük bir nefes gibi, bir çırpıda anlatmak isteriz. Onun sesi bu değil. 
Bazen çok haklı bulunmaya ihtiyaç duyar kalp, yaraların bandajı ve kırıkların montajı için sürekli kafasını sallayıp çok doğru diyen birine muhtaç olur. Bu o da değil.
 Bazen nefret eder birinden ve nefret etmekte ne kadar haklı olduğunu tüm galibiyet hırsıyla anlatmak ister. Bir tsunami, dev bir dalga gibi hattın ucundaki iki tarafı birden vurur, savurur. Bu o hiç değil.
 Bazısı sükunetle ama çoktan her şeyden vazgeçmişlikle anlatır. Derin iç çekişler bulaşır telefonun tellerine, üzerindeki kuşlar irkilip kanatlanır. Biten bitmiş, giden gitmiş aslında konuşacak bir parçacık laf kalmıştır da ayıp olmasın diye söyleniveriyordur. Bu o da değil. Allah'tan bu o değil.  
Bazen son bir dua gibi çevrilir telefonda tuşlar. Her sayı bir başka Tanrıya adanan yeni bir adak. Çalan telefon bir hadisenin başlangıcı. Bir romanın ilk cümlesi. Evin içinde telefonun sesi çınladıkça  rakı masalarını deviriyor külhanbeyleri eski zamanlarda. Birkaç dağ eteklerinden tutulup yerden yere vuruluyor. Birkaç çölde fırtınadan göz gözü görmüyor. Telefonun çalmaya devam ettiği her saniye, büyüyüp kendi yüzyılını yaratıyor. İçinde doğup, büyüyüp, saçlarını beyazlatıyorsun. Açılmadıkça ölüyorsun, tekrar ölüyorsun, bir daha ölüyorsun. Boğulmadığın nehir, kıyısından atlamadığın uçurum, içmediğin zehir, üzerinde yürümediğin tren rayı kalmıyor. Biri üzerinde bornozla ahizeye koşuyor o anda, ev kapısından yeni girmiş biri elindeki domates poşetini antrede bırakıyor ya da zamansız bir baş ağrısından yatmış uyumuş, söylenerek uyanıyor. Alo, diyorsun. Kelime kendi çeperlerini delip sıvı bir şeye dönüşüyor, kulağına doluyor. Yok, bu öyle de değil. 
Bazen konuşmak istemeyen biridir o ses. Söyleyeceklerinin hepsini ya bir başkasına ya bir başka seferde harcayıp bitirmiştir. Ununu elemiş, eleğini asmış, bu dünyevi işleri de aşmıştır. Olsa da olur artık olmasa da. Umut etmeye korkan virgülleri, her kelimenin sonuna kurşun kalemin kalınlaşmış ucuyla iyice bastırılarak konulmuş noktaları vardır. Umut etmez. Böyle böyle böyle der. Bütün gün fotoğrafına  konuşmaktan sıkılınca numaranı çevirivermiştir. Ama aradığı kişi sen de değilsindir. Sende bir zamanlar yaşayan bir şeydir. Bu o da değil.

Bu telefonun başında senelerini geçirmiş biri. Bu biri için telefonun baktığında gördüğü bir yüzü var. Üzerine örttüğü bir örtüsü. Yalnızca telefonun durduğu bir küçük sehpası var koltuğun yanında. Bu biri benimle ilgili hislerini çamaşır iplerine asar kurutur. Bu biri beni deniz tuzuyla ovar, bir gün kollarına sarar bir gün kapılardan kovalar. Bu biri benim yaz sonunda kompostomu yapar, turşumu kurar, kalbimi kırar, viran eyler, yıkar, içimdeki zemberekleri parçalar sonra da hiç çekinmez akşamına gelir tam bağrımda çadır kurar. Bu biri. 

Orada mısın, diyor. Evet, diyorum. 
Sesinde kurulmuş salıncaklar var. Boş salıncaklar. Tahtadan. Sesinde kırlangıçlar. Dallarında durgun, uçmayan. Sesinde derelerin denizlere karıştığı yerler var.  Sesinde bir incirin olgunlaşıp dalından düştüğü an var. Sesinde kurutulmuş patlıcanlar.  Acısı çıkmış, doldurdukça dolmayan. Sesinde kanmış bir balığın bir oltaya takıldığı pişmanlık var. Sesinde uzanan eller. Vaktini hep kaçırmış, hep sonradan. Sesinde üzerime sinen duman kokusu, yanan bir şeyler, söndürülemeyen büyük orman yangınları var. Sesinde kafesinin kapısını açık gören bir kuşun şaşkınlığı. Yine de kaçmayan. Sesinde yeni toplanmış biberiyeler, defne ağaçları, çınar yaprakları var. Sesinde sokakta ip atlayan çocuklar. Sesinde bir elekten dökülen unlar. Sesi geri gelmeyeceğini bildiğin birine son kez sarılmakla aynı tohumdan çıkar.

Gel dediğinde gideceğimi bilen birinin güveni var sesinde. 
Ve de ne haklı. Çağırırsa giderim.