Kafam çok karışık, diyor. Bunu derken uzaklara dikiyor gözlerini. Oysa çok uzaklarda görecek bir şey yok. Ya da miyop olduğum için bana öyle geliyor. Sessizliğim anlatması için cesaret olur diye susuyorum. Susarken sessizce kafamı sallayarak kafasının ne kadar da karışık olduğunu açıp içine bakmış ve karışıklığı görmüşüm gibi onaylıyorum. Ne de olsa adamın kafası karışık. Kafa karışıklığı. Karışıklık.
Sıraya girme görgüsüyle büyütülmedikleri için yetişkinliklerinde birbirlerinin üzerine basarak metrobüse binmeye çalışan insanlar canlanıyor gözümde. Bence bu karışıklık. Elinden kaçıp darmadağın olmuş bir çile yün, karışık. Üzerinden çıkardığı her şeyi günlerdir yatak odasındaki sandalyenin üzerinde biriktirmiş, çorabının tekini dağınıklığın içinde bulamayanın insanın odası da karışık. Ortaya karışık söylenen kebaplar var dilimizde. Orada karışacak hiçbir şey olmamasına rağmen. İşte bu adana, bu kaburga, burada biraz şiş. Alıp yiyebilirsin. Yine de sırayla. Karışıklık çanta içinde olur. Kalabalık meydanlarda. Çamaşır sepetlerinde. Denizin dibinde. Kafanın karışması. Enteresan.
Bu arada adam anlatmaya devam ediyor. Ne yapacağımı bilmiyorum, diyor. Bu işler nasıl çözülecek. Dudağımı bükerek işlerin ne kadar da zor olduğunu onaylıyorum bu kez. Çözülemeyen işler meğer kafasını karıştırıyormuş. Hı hı, diyorum. Nedense içim sıkılıyor. Fenalık basıyor. Nefes alamaz gibi oluyorum. Hava mevsimini şaşırmış gibi soğuyor aniden. Gök yavaştan kararıyor. Kararımı veriyorum.
Öyleyse bak şimdi, dedim. Fikirlerin var ve de duyguların. Umarım ikisi de vardır diyorum içimden. Ama içimden. Kafası karışık adamı daha fazla üzmüyorum ilk anda. Fikirler karışmaz. Onlar askeri düzende durup, akla gelecekleri anı beklerler. Duygular hiç karışmaz. Çünkü onlar yaşandıkları an vücut bulurlar. Dediğin gibi o kadına hala aşıkken, bir diğerine de barda gördüğün an aşık olmuş olamazsın. Eskisi için doğurduğun duygular artık sonsuz bir uykudalar. Kabullen. Gömsen rahat edersin. İkinci kadın için, içinde büyüttüğün duygular da doğacak, yaşayacak ve toprak olacaklar. Bunu da kabullen, dedim. Sen mutlu aşk yoktur, diyorsun yani, dedi birden. Durumunu bu kadar sıradanlaştırmış olmama bozuluyordu. Çok üzülmem ya da bu çetrefilli durumunun dünyanın en büyük derdi olduğunu bir kez onaylamam yetmezdi, o masadan kalkana dek her an bir kez daha tasdik etmeliydim. Mutlu aşk diye bir şey, dedim. En azından bence, var. Hem aşık hem mutlu olduğun zamanlar olduğuna göre, var. Gel gör ki sen öyle bir mutluluğu hak etmiyorsun.
Suratı bir an şaşkınlıkla çarpıldı. Adamı uzun zamanlardır tanırdım. O da beni. Benim ona asla böyle cümleler kurmayacağıma inancı tamdı. O yüzden iki kadını birden idare ettiği heyecan dolu hayatını hiçbir ayrıntısını atlamadan bana içtenlikle anlatıyordu. Anlattıklarından sonra benim de onun uzun zamandır tanıdığım ciğeri beş para etmez biri olduğuna inancım tamdı. İstemsizce gülümsedi. Gülmek istediği için değil. Yüz kasları ne yapacağını bilemediği için.
Hatta, dedim, keşke bir kadınla karşılaştığında o kadının çantasında senin duymadığın ama sen hariç herkesin duyduğu bir alarm çalsa. Kadın koşup kaçsa da kendini kurtarsa. Sen mahvettiğin ruhlarla besleniyorsun. Yediklerini sindiremeyip, içinde biriktiriyorsun. Dedim. Aynen böyle dedim. Son cümlemden sonra oturduğumuz masayı da ters çevirip yola fırlatsam çok fiyakalı olurdu ama yapmadım. Ayağa kalkıp gülümsedim. Yüz kaslarım ne yapacağını bilemediği için değil. Tam olarak söylemek istediklerimi söyleyip içimdeki sıkıntıdan kurtulduğum için. Derin bir nefesin muadili bir gülümseme. Yüzüne baktım. Bir şey daha söyleyecek gibi oldum. Vazgeçtim. Yürüdüm gittim.
Yolda yürürken kafam karışıktı. Klimayı ofisin hangi duvarına takacağıma bir türlü karar veremiyordum.
Şaka yahu.
Ne karışıklığı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder