Alışkanlık bizimkisi artık aşk kalmadı, dediğinde ikimizin arasında upuzun bir sessizlik oldu. Ne desem içindeki mutsuzluğun yüzüne yapışmış gölgesini hafifletmeyecekti. Biliyordum. Bir kez mutsuz olmayı kafasına koymuş bir insanı hayatta durdurabilecek hiçbir şey olmadığını çoktan öğrenmiştim. Fincanın dibinde çoktan soğumuş kahvesinin son yudumunu içti, yüzünü ekşitti. Zayıflamıştı. Belli ki bardağın dibinde buz gibi olmuş kahve yudumlarını asla ziyan etmezken, yemek yemek pek aklına gelmiyordu. Bilekleri incelmişti sanki son gördüğümden bu yana. Yüzündeki mahzun ifade gözbebeklerini büyütmüş, yakışmıştı ona. Neşeli hallerini kaybedince daha sıkıcı ama daha dingin bir insan olmuştu. İkimiz güneşli bir öğleden sonra ağaçlı bir kafenin gürültüsünün içinde hayatlarımızın aynılığını ve asla değişmeyecekmiş gibi gözüken sıkıcı düzenini birbirleriyle yarıştırıyorduk. Görünüşe bakılırsa o tükendiğini düşündüğü ilişkisiyle, benden bir adım öne geçmişti. Yalnız olmanın iyi yanı; insanın bir kez alıştığında, kimseyle beraber olmamanın tatlı hüznü içinde başka bir trajediyle karşılaşmayacağından emin olabilmesiydi. Oysa sıcak yataklarda uyumanın kalp kırıklarıyla ödenmesi gereken bir bedeli vardı.
Yani, artık heyecanlanmıyorum onunlayken, dedi. Hikayesine yeterince üzülmememe alınmış gibiydi. Bunu farkedince elimdeki kaşığı boş fincanın içinde döndürmeyi bırakıp, tabağın kenarına dayadım. Aklımdan onunla alakalı olmayan düşünceleri kovup anlattıklarına odaklandım ve ne kadar uğraşsam ona hak veremeyeceğimi anladım.
Benim için biriyle beraber olmak; gittiğim her yere gömleğimin iç cebinde onu da taşımaktı. Onun olmadığı her yerde gördüğüm güzel manzaraları daha sonra anlatabilmek üzere aklıma kazımaktı. Dilimin ucunda mevsimin ilk çileklerinin, enfes pişmiş kuzu tandırlar, ılık fırın sütlaçların, bal gibi incirlerin, şahane ada üzümlerinin, ev yapımı portakal reçellerinin, yediğim içtiğim her güzel şeyin tadını, öptüğünde o da tadabilsin diye saklamaktı. Bittiğinde kalbini kırdığımı anladığım her konuşmayı, gün boyu kafamın içinde evirip çevirmek, kendimi kendime affettirecek milyonlarca cümle üretmekti. Bir kavganın en şiddetli yerinde haklı olup olmamayı zerre kadar umursamadan, tamam, barışalım, deyip sarılabilmekti. Akşam eve geldiğinde yan yana oturup, öğlen ne yediğini, sabahki açmanın midesini nasıl yaktığını, iş yerinde sevmediği kızın yine ne kadar aptalca şeyler yaptığını, akşam trafiğinin ne kadar yoğun olduğunu ve gitmeyeceğimizi bile bile bu şehirde artık ne kadar yaşanamayacağını, sakin bir yere taşınıp, bahçeli bir evde üç tane köpekle yaşamanın ne kadar harika olabileceğini konuşmaktı. Haftasonları akşamüzeri birasının yanına patates kızartsak ne güzel olur diyen sevgiliye, ben zaten fritöz alsam mı diyorum deyip, yok şu kızartma tencerelerin alalım demekti, gecenin bir yarısı kalabalık bir yemek masasının tam ortasında. Bir deniz kıyısında otururken güneşin batışında boynunun en güzel yerinden son kez olacakmış gibi korkarak öpmekti. Bir sinema salonunda ellerindeki avuç boşluğunu el yordamıyla bulabilmekti. Dudaklarının, çenesinin, yanaklarının, gülümseyince ortaya çıkan çukurların ve kırışıklıkların yerini milimetrik canlandırabilmekti gözlerimi kapattığımda. Her kavganın neresinde zıvanadan çıkacağını, neresinde susacağını bal gibi bilip, avazım çıktığı kadar bağırırken aslında hemen biraz sonra, çok tatlı bir barışın gelip omzuma konacağından içten içe emin olmaktı. Sırtını dönüp uyuduğu küs bir gecede, aniden dönüp sarılsam her şeyin düzeleceğini bilmekti. Ne yaşanırsa yaşansın, dünya bitene kadar belki farklı bir şekilde ve şiddette ama beni hep seveceğinden şüphe duymamaktı.
Biriyle tanışmak, sarhoş bir gecede öpüşmek, yalnız bir anında aramak, buluşmak için en güzel kıyafetini giyip her söylediğin cümleden önce düşünmek zor şeyler değil. Dünyadaki herhangi biriyle beraber olmak zor değil. Parlak taraflarını daha da parlatırken defolu yanlarını saklamaktan yorgun düştüğün bir ilişki bulmak zor değil. Hayatının en ilginç zamanlarını dinlediğin ilk buluşmalar zor değil. Eline dokunduğu an etrafa yayılan titreşimi hissetmek zor değil. İçindeki yalnızlığı tek hamlede öldüren neşeli şeylerin seslerini duymak zor değil. Daha zor şeyler var hayatta. Bir kez bulduğunda ne olduğunu tam olarak anladığın ve alışkanlıklardan kötü ve kolay bir şeymiş gibi bahseden birini duyduğunda suratına bir bardak suyu çarpmak istediğin bir şey.
Evet, dedim başımı sallayıp en iyi hak veren gülümsememle yüzüne bakarken. Onu sevmeyi alışkanlık haline getirmiş adama üzülmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.
Heyecan çok önemli, evet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder