7 Şubat 2013 Perşembe

Karavan

Ayaklarımı yere vuruyorum sürekli. Olmadı parmaklarımla masada ritm tutuyorum. Onu da yapamazsam ayak başparmaklarımı oynatıyorum ayakkabılarımın içinde. Ortam buna da müsait değilse, uzaklarda bir yere bakışlarımı kilitleyip, gidiyorum. Dışarıdan bakanlar kafası karışık, düşünceli ve dudak uçları aşağıya düşmüş birini görürken; ben çok uzaklarda oluyorum. Ağaçlı orman yollarında koşuyorum nefesim kesilene kadar. Sonra bulduğum ilk çimenli düzlükte saatlerce yuvarlanıyorum. Havanın berrak bir bardak su gibi olduğu bir coğrafya bulup, başım gökyüzüne değene kadar hoplayıp zıplıyorum. İçimde bitmeyen bir şarkı çalıyor benim. Ben de onunla dünyanın tüm dans pistlerinde, içimdeki her şey bir yolunu bulup kendini havaya karıştırana kadar, dönüp duruyorum. 

Sonra dönüyorum. 

Sevmediği biriyle evlenmiş bir insan gibi dönüyorum kendime. Dağınık bir öğrenci evine giren anne gibi atıyorum adımlarımı içeriye. Her adımda temizlemeye nereden başlasam diye düşünüyorum. Sonra bir bakıyorum, kanepeye oturup, televizyonu çoktan açmışım. Hemen alışmışım. Yine de içimde her an kalkıp gitmek isteyen bir ses var. Çok duyulmuyor henüz. Birazdan bağırmaya başlayacak. Birazdan ayaklarım sallanmaya ve gözlerim gerçekten görmek zorunda olduğu sıradan şeylere bakmak zorunda kalacaklar. Bu yüzden de durmadan şikayet edip, benim istediğim yerlere değil de, saatlere bakacaklar. 

İstiyorum ki; kapılarım hep açık kalsın. Ne zaman istesem bu sıradanlığın çemberinden çıkıp gidebileyim. Bu beden bu hayata karavan olsun. Karavanda yaşayan biri gibi yaşasın ruhum. Her gün yeni bir manzaraya uyansın. Kafamı çevirince içimde yeni birini uyandıracak bir şey göreyim. Bir şey giyince adımlarımı artık eskisi gibi atmadığımı bileyim. Bir şey yiyince dilim dişlerim titresin. Öyle bir söz duyayım ki; dudaklarım söylemeye çekinsin. Bir şey hissedeyim. Bir şey. İyi ya da kötü olsun, kabul, kafamdaki düşünceler kadar içimde duygular da olduğunu hissedeyim. Elle tutulmayan, gözle görülmeyen bir his, beni yaşadığım ana mühürlesin.

Tüm evraklar turuncu kalemlerle imzalansın. Bütün takım elbiselerin gökkuşağı renklerinde olması zorunlu tutulsun. Güneş çıktığı an limonata içmek, kar yağınca kardan adam yapmak, sonbaharda kurumuş yapraklara basıp, çıkan sesi dinlemek ofis kurallarına işlensin. Herkes elinde bitki çayı dolu termoslarla gezsin. Yasemin koksun içimiz, biraz tarçın, adaçayı koksun. Tüm sokaklar trafiğe kapanıp, çocuklara açılsın. Gökten şekerlemeler, fırından yeni çıkmış simitler, taze hayaller ve boş vakitler düşsün. Kafamızda her sabah açılan beyaz sayfaya rengarenk resimler çizilsin. Her nefeste birini o kadar çok sevelim ki içimizdeki tüm kuşlar kanat çırpa çırpa bir daldan öbürüne konsun. Bunları yapmayanlara daha çok sevilme cezası verilsin. İçlerindeki karanlığa bir parça ışık düşene kadar durmadan öpülsünler.

Sonra düşünüyorum.

Tamam, bunlar olmasın.

Ama ne olursa olsun dışarıdaki sesler içimizdeki şarkıyı susturmasın.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder