Bazen salondaki yuvarlak masada oturmuş sıradan işlerle meşgul olurken, boğazdan geçen bir gemi düdüğüyle kafamı kaldırıyorum. O anlarda biliyorum ki, sen bir yerlerde aklından beni geçiriyorsun. Serin havalarda ürperince omzuna aldığın bir şal gibi, adımı alıp kendine sarıyorsun. Sen kokuyorum. Korkuyorum.
Seni ansızın bir gün bir yerlerde görmekten, her köşeyi dönerken seninle karşılaşıvermekten korkuyorum. Kahvesini senin kadar sütlü içen birini görünce midem yanmaya başlıyor. Kalabalıkta saçları senin kadar gece karanlığı birini görünce, ellerim titriyor. Saatin tiktakları ritmini şaşıyor sinema salonlarına tüy hafifliğinde adımlarla birileri girdiğinde. Karanlıkta gözlerim tüm yüzleri sana benzetiyor. Kalbimin gürültüsünü herkes duyuyor sanıyorum. Sımsıkı tutunuyorum koltuğun kollarına. Fısıltılarda seni arıyorum. Yere dökülen mısır tanelerinde. Perdede uçuşan toz zerrelerinde. Orada olmadığına üzülüyor muyum, seviniyor muyum, emin olamıyorum.
Aklım bana oyunlar oynuyor mevzu sen olunca. An geliyor, seni ortak anılarımızdan çıkarıp atıyor. Sanki o deniz kıyısında ben tek başıma oturmuşum sabaha dek şarap şişesiyle. Dolunay sanki bir tek benim üzerime vurmuş. Sanki geceye sarılmışım sabaha karşı üşüyünce. Yakamozların varlığından bile şüphe ediyorum. Bazen kalabalık aile fotoğraflarında buluyor seni. Büyük halamın düğününde, tenha bir köşeye oturmuş uzaklara bakıyorsun. O her zamanki kırılgan gülümseme var dudaklarında. Hem oradasın hem değilsin her zamanki gibi. Varlığın sabah sisi gibi, dağılmaya müsait. Bazı günler uzaklardan gönderilmiş kartpostallarda görüyor silüetini. Bilmediğim şehirlerin dar sokaklarında yürüyorsun.
Olamadığım insanlara aşık oluyorsun. Kim değilsem ona sarılıyorsun. Gidemediğim coğrafyalara taşınmaya karar veriyorsun. Üşüdüğüm ne kadar iklim varsa iyi geliyor sana. Uyuyamadığım geceler düşlerde geziniyorsun. Gökyüzüne bakıp el salladığım uçakların içinde hep sen oluyorsun. Öyle bir mesafe var ki aramızda; çok yakınımdan geçiyorsun ama bana değmiyorsun.
Bazen salondaki yuvarlak masada oturmuş sıradan işlerle meşgul olurken, boğazdan geçen bir gemi düdüğüyle kafamı kaldırıyorum. Adındaki her harfin kıvrımı boğazıma takılıyor. Kahve fincanına uzanıyorum. Fincanda unutulup soğuyan kahvenin tadı ne kadar acı. Durumu ne kadar acıklı. Sade kahvelerde upuzun lacivert geceler saklı. Gecelere tenin kazılı. Korkuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder