Bazı renkleri kör birine tarif etmek, bazı renklerden daha zor. Uzun yaz öğleden sonralarını düşünün. Sokakların boşaldığı, çocukların öğle uykusunda olduğu ve kedilerin bile sandalye altlarında gölge bir yer aradığı sapsarı günleri. Yastıkları çevirerek yüzümüzü dayayacak serin bir yer arayacak kadar sıcak bir anı. Sabah rengi sarı olan her şeyin öğlene doğru kızardığı zamanları. İşte öyle bir renk, o gün bizi çepeçevre sarmıştı. Odadaki her şey önce kumsaldaki kumlarla, sonra saksıdaki turuncu çiçeklerle aynı renk olmuştu. Uyuduğum anlar dışında. Gözlerimi kapattığım an her yer çarşaflar kadar sakız beyazıydı. Rüyalar beyazdı ve pamuk kadar hafif. Odanın açık pencerelerinden birine dayamıştın ayaklarını. Onlar da bembeyazdı. Dışarıya bakıyordun. O güne dahil olamayacak kadar renkli bir gecelik vardı üzerinde. Yarısı çözülmüş bulmacalarla dolu sehpanın üzerinden bir gazeteyi alıp dörde katladın. Sallamaya başladın. Saçların her yere saçıldı. Uyanık olduğumu nasıl anladın, bilmiyorum. Dönüp bana, kiraz bahçelerine gidelim mi, dedin.
Kiraz bahçesi, insanın bir kez giderse, ömür boyu cüzdanında taşıdığı bir vesikalık gibi aklında taşıyacağı bir yerdir. Cennet dergisinden kesilmiş bir tanıtım fotoğrafı gibidir. Yürürken insanın ayakları yere değmez. Ellerini uzatıp bir tane yaprağa dokunsa, her şey aniden kaybolacakmış gibi korkar. Kiraz çiçeklerini koklayınca, kendini yukarıdan bir yerlerden izliyormuş hissine kapılır. Hayat, yalın ve huzurlu bir ana sabitlenir. İçindeki gürültülü kalabalık birden susar. Birisi ayakkabılarını çıkarıp toprağa basar. Eteğine kirazlar doldurur. Bir gölgede üstü başı kıpkırmızı olana kadar, midesini bozana kadar yer. Sen benim içimden çıkan o biriydin. Benim nedensizce yapamadığım her şeyi yapandın. Sende gerçekti hayat ve ben senin en sadık izleyicindim.
Kağıtların arasına karışmış bir yaz fotoğrafında canlanan bu anı aklıma saplanıp kaldığında, dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Makası uzatır mısın canım, dedin. Üzerinde o günki rengarenk geceliği görecekmişim gibi dönüp baktım. Saçlarını ensende kalemle toplamıştın. Öğleden sonra olmasına rağmen yeni uyanmış gibi bir ifade vardı yüzünde. Gözünün önüne düşüp duran bir tutam saçı bir türlü kulağının arkasına sıkıştıramıyordun. Makası uzatmayınca dönüp bana baktın. O sırada önümdeki kağıtlara takıldı gözün. Fotoğrafı gördün. Sustun. Hiçbir şey demedin. Renginin solduğunu gördüm. Sen de oradaydın artık, biliyordum. İkimiz yine o sapsarı günde, pencereden dışarıya bakıyorduk. Makası unuttun. Aynaya yaklaştın. Saçlarını düzeltir gibi yaparken dosdoğru kendi gözlerinin içine bakıyordun. Hazır mısın, dedim. Önce anlayamadın ne dediğimi. Sandalyeden kalkarken, şimdi giyinirim, dedin. O an bavul bile hazırlamadan sıcak iklimlerde kendimize kiraz bahçeleri bulmaya gidebilirdik. Gitmedik. Arkadaşlarımızla buluştuk. İçki içtik. Yalandan kahkahalar attık. Sabaha karşı eve dönerken kulağıma, o fotoğraftan bana da çoğaltır mısın, dedin. Sen de izleyiciydin artık. Tılsımını yitirmiştin. Başımı salladım. Taksici durmadan politika konuşuyordu. Ben de ona bir şey anlatmak istedim. Dalından koparıp kiraz yememiş birine kiraz çiçeklerinin nasıl koktuğunu anlatmak; kör birine yaz sarısını anlatmaktan bile daha zordu. Sustum.
Şehrin ışıkları kirazlara dönüştü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder