13 Eylül 2011 Salı

Kitapçıda-adam

İki saattir sokaklarda amaçsızca yürüyorum. Arada durup  ışıkları yeni yeni yanmaya başlayan dükkanların vitrinlerine bakıyorum. Bir sürü şey beğeniyorum ama beğendiğim şeyleri hediye edecek kimseyi tanımıyorum. Yağmur hızlanınca bir saçağın altında durup bir sigara yakıyorum. İnsanlar birer demir parçası, evler mıknatıs. Otobüs duraklarını, tramvayları, vapurları delip geçiyorlar. Hava bahardan çok kışa benziyor. Yağmurluğumun fermuarını biraz daha yukarı çekiyorum. İskelenin karşısına yapılan yeni binaya bakarken kaldırımdaki çukura basıyorum. Sağ ayağım yağmur suyuna dalıp çıkıyor. Üşüyorum. Yağmur iyice hızlanıyor. Köşedeki büyük kitapçıya koşar adım giriyorum. 


Senin geldiğini biliyorum. Merdivene attığın ilk adımda, ayak sesinden tanıdım. Balerin gibi topuklarını yere değdirmeden merdivenleri çıkışından anladım. Bir an kaldırdım kafamı, baktım. Sende değişen bir şeyler aradım. Oysa ne kadar tanıdık hala ellerin, diş tellerin, gülüşün, üzülüşün ve soğuktan üşüyüşün. Zaman eğilmiş, bükülmüş, çürümüş sende; hiç geçmemiş. Gelip tutsam elini, aynı beyazlık, aynı buz gibi parmak uçları. Eğdim başımı; elimdeki kitabı rafa koyup, bakışlarının uzağına bir yere kaçtım. Bakacak takatim yok yüzüne.


Hatırladım. Yaşadığımız zamanlardan bir an, bendini yıkıp geçen bir nehir gibi akıp içime doldu. Unuttum sandığım gecelerden biri. Gecenin sabaha tutunduğu saatlerdi. Tenin çoğalmış, saçların kıtalardan kıtalara uzanmıştı. Yemyeşil bir ova gibi gözlerin. Üzerinde yaşayan çiçekler, koşan kuzular, ahlat ağaçları var mevsimli mevsimsiz yapraklarını döken. Çeşmeler var gürül gürül akan; eğilip avucumu doldurmaya kalksam soğuğundan içim çekilir. Oracıkta toprağa karışırım, toz olurum köy yollarında. Ölüp yeniden doğmuşum gibi bir an. Uzandın, elimi tuttun. Bir an baktın bana. En derinde bir çınar ağacım vardı, apansız bir fırtına gibi devirdin boylu boyunca.


Kafamı kaldırdım. Gitmişsin. Yoksun. Çınar ağacının gölgesinde uzanmış yatıyorsun belki yalnız başına. Belki yanık yanık kaval çalıyor oralarda bir çoban. Sürüler geçiyor önünden. Bir sürü rüya, bir sürü sabah uykusuna karışıyor. Koyunlar kuzularını buluyorlar dakikada. Ben seni bıraktığım her yerde kaybediyorum. Sonra da benzesin diye herkes sana, kendi canımdan billur camlarla her gördüğüm yüze sana benzer suretler çiziyorum.


Ben, hiç beklemediği bir anda başrolü kapmış bir figüranım. Yerini bulup oturmuyor ellerim. Nereye koysam sığmıyor, büyüyor, patlıyor ceplerim. Şaşkınım. Korkağım ve bencilim hepsinden öte. Yakalarımdan biri hep daha eğik, mendilimin kıvrık ucu hep aşağıyı işaret ediyor. Yitiğim cümelelerde. Çaresizliğim nesiller öncesinden. Evcilleşmeyen bir canavar bu taze ten hevesiyle beni kemiren. Anlatamıyorum ama sen biliyorsun.

Ağlamıyorum hayır, bu yalnızca pişmanlığın sesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder